13 Aralık 2019 Cuma

Haberler, işler güçler, olaylar olaylar!

Boğazıma kadar işe battım. Ama kendim kaşındım (yani aslında istedim) hem de çok! Bir senedir süregiden huzursuzluklarım, işten güçten memnuniyetsizliklerim, galiba her şey sonsuza kadar böyle tekdüze gidecek diye endişelenmelerim sonunda nihayete erdi; iş değişikliği sürecindeyim şu an. Resmi geçişim tamamlanmasa da çalışmaya başladım. Şimdiden çok yoğunum, sorumluluğum çok ama bir taraftan da mutluyum. Evrak işleri bitince eminim biraz daha rahatlayacak ama öte taraftan bataklık misali işe gömüleceğim.

Hislerim çok karışık. İyi ki enine boyuna düşünmeye vaktim kalmıyor da kendimi hırpalayacak fırsatı bulamıyorum... Gamlı baykuşluğuma yakışır şekilde bir takım düşünme – taşınmalar yaptım tabii… Özeti şu: Elime güzel ve prestijli bir fırsat geçmiş. Öte yandan iş zor, sorumluluk büyük. Ben de her ortalama insan gibi hafiften tırsıyorum. “Yapabilir miyim? Yaparım yaaa, yaparım yaparım. Yapamaz mıyım ki? Tüh yaa, ne olacak şimdi? Yok be, korkmaya gerek yok, bir şekilde öğrenilir, uyum sağlanır.....” diye uzayıp giden iç konuşmaları yapıyorum.

Gelgelelim şu süreçte beni iki şey üzüyor; ilki bu endişeler sonucu gönlümce sevinemiyor olmanın olmanın bende yarattığı öfke –çünkü bu iş için gerekli altyapıya senelerdir emek veriyorum. Ayrıca bir ortama ilk girdiğimde beni esir alan içe dönük, sessiz ve gözlemci karakterim yüzünden yanlış anlaşılacağım, kendine güvensizlikle yaftalanacağım korkusu. var. Diğer üzücü konu ise destek beklediğim ve önemsediğim bir yakınımın -belki kendisinin bile farkında olmadığı şekilde- sabote edici tavırları… Sabotajdan kastım takdir eder gibi konuşurken alttan gelen “sen buraları bilmezsin, altından kalkman zor, umarım yapabilirsin ama pek emin değilim” tarzı kaçak cümleleri… Niye bu tavırlarına  bu kadar taktın derseniz bilmiyorum, nedenini çözemiyorum tam olarak. Aramızdaki yakınlığı düşününce gücenmem bir tarafa, galiba kendi kendine kurulduğunu ve kendine eziyet ettiğini görmek de beni üzüyor. Sonuçta onun hisleri benim kontrolümde olmadığından böyle devam ederse bu durumun yıkıcı bir hal alacağından, sonunda aramızın bozulacağından endişeleniyorum...

Bu yazıyı da iki arada bir derede, artık konuşmazsam patlayacağım hissiyatı ile  yazıp hooop yayınlıyorum.

24 Kasım 2019 Pazar

Cidden?

İnsanlarda inanamadığım şeyler var. “Cidden mi yahu, cidden mi? Bak Allah adı verdim, doğruyu söyle, buna cidden inanıyor musun?” diye sorup omuzlarından sarsmak istiyorum.  
1. Ben yapardım ama izin vermediler/engellediler/hep onların yüzünden böyle oldu… diyenler
Geçenlerde bir pozisyon için başvuruda bulundum. Başvuru yapıp mülakata kabul edilenler arasında ben ve tanıdığım birkaç kişi daha var. Fakat iş yerinden bir arkadaşım mülakata çağırılmamış. Bence nedeni Ay gibi, Güneş gibi ortada; söz konusu pozisyon için iyi derecede İngilizce isteniyor, bunu da sizin beyanınıza bırakmıyorlar, dil belgesi ile ispatlamanız gerekiyor. Bu arkadaşın da dil puanı yok. 
Hah! Buradan nasıl bir sonuca varmak gerekir? Yok, aklınıza gelen o sonucu unutun, onun yerine kumpas, dedikodu, hırs içeren bir hikâye yerleştirtin. Hikâyenin detayını bilmiyorum çünkü henüz hayal gücüm bunu anlayacak seviyede değil, fakat bu arkadaşımız mülakata çağırılmaması için beni ve bir diğer arkadaşı suçladı.  Önce yanlış anladık sandım, ama yoo, bildiğin laf sokuyor! Adam günlerce surat yaptı bana, ben de o süre boyunca gerçekten buna inanıyor olabilir mi diye düşündüm. İnanmış! Bugün sabah konuştuk da, oradan biliyorum. Hayal gücü ile olayı biraz daha süslemiş bu arada, kesin benim kabul edileceğimi düşünüyor. Elbette hakkımla kabul edileceğimi düşünmüyor ama, delirmeyin! Üst amirimizin o kurum yöneticisi ile konuştuğunu ve beni almaları gerektiğini konusunda baskı yaptığına inanıyor. Gördünüz mü şemayı? Aslında o yapardı, hak etmişti ama engel oldular ve başkaları onun yerine getirildi! 
Allah’ım akıl ver.
2. Benim çocuğum çok özel. Siz de anlatıyorsunuz, hatta gözümle görüyorum ama yok, bunları bir tek benimki yapıyor/biliyor/anlıyor
İnanır mısın, gitti kendi kendine elini yıkadı. Elinin kirlendiğini fark etmiş, anlamış, gidip tabureye çıkmış, musluğu açmış, elini yıkamış! Ahh yavruuummmmm! Ne?Sizinki de mi ellerini yıkıyor? Hımmm… Yanlışlıkla yapmış olmasın? 
Daha başka bir şey demiyorum.
3. Sürekli de para yok dememek lazım, o kadar da şikâyete gerek yok. Para yok dedikçe olmuyor işte… 
“Para var, çok var, ohooooo” deyince kredilerin, borçların ödeneceğine, faturaların kendini imha edeceğine, market alışverişlerinden sonra kasiyerlerin 10 lira verseniz yeter, 1000 liralık kısım bizden olsun diyeceğine inananlar var desem? Ben de okudum yokluk bilincinin bereketi azalttığını, motivasyon düşüren olayları, evrenden isteme konularını, çekim yasalarını. Fakat daha maaş hesaba yatarken otomatik olarak kesilince evren sana yeni bir maaş hediye etmiyor canım. Hayatında kira ödememişsin, arabanı daha büyüğüne değiştirmek için minik miktarlar dışında kredi çekmemişsin, paran cebinde kaldığı için temel ihtiyaçların için hiç kredi kartı kullanmak zorunda kalmamışsın, çok pahalı birkaç marka dışında alışveriş etmemişsin ve gerçekten sıkıntının “para yetmiyor” diye şikayet etmekten kaynaklandığına mı inanıyorsun? Cidden mi?
Bu ay benim kredileri sen ödesen? Ay sonunu bir kenara çöküp “Nooolur bana bi Starbucks kahve alın param yooğğğkk öhhüöhüüü” diye ağlamadan getirebilirsen ben de her gün camı açıp “param çoooook, pek çoook” diye bağırarak güne başlayacağım, anlaştık mı? 
Bak ben ciddiyim ama. 

4. Bu yeme içme konularını da abartıyorlar, isteyerek yediğin hiçbir şeyden zarar gelmez
Emin misin? Bu söylediğinde ciddi misin? Sen hangi gezegendensin? Bu üç soruyu peş peşe sormak istiyorum bu insanlara. Şeker de yiyelim, cips de götürelim, içelim kolaları keyfimize bakalım tayfası ile sağlık konusunu tartışmak çok zor. Yine tartışmalara doyamadığım bir gün şöyle bir argümanla çıkageldi birisi “ Ne var yani, annemler de küçükken süt kaymağının üstüne şeker döküp ekmeğe sürer yermiş, bir şey mi oldu şeker yediler diye?”. İnsanlar o zaman ekşi maya ekmek yapıyorlarmış, buğday kendi tarlasından, tohumun türünü falan bıraktım, o buğdayda zirai ilaç ya yok ya şimdikinin çeyreği kadar, gübre zaten yok, kaymağı aldığın süt dağ tepe tüm gün dolaşıp gelen hayvandan sağılmış, ot, çöp, yonca yemiş gelmiş o hayvan, yem nedir bilmemiş, anacığın kaymağın üstüne bir kaşık şeker atmış hepi topu, zaten bulduğu bulacağı tek zararlı şey bir kaşık şeker -ki o da pancardan mamul, başka katkı maddesi olan, renklendiricisi olan bir şey yiyeyim dese yok!Tabii ki bir şey olmamış onlara! Gelsin margarinler, gitsin tatlandırıcılar dönemi başlayınca olmuş olan…
Yaşadığımız dünyada değil canımızın istediğini yemek, evde kendim yapacağım yoğurt için süt alırken ellerim titriyor; bu sütün kaynağı ne, bu hayvana ne kadar ilaç verdiler, kim bilir ne yedirdiler, ömrü hayatında ahırdan çıktı mı diye… İsteyerek yediğim şeyden zarar gelmez öyle mi? Harbiden inanıyor musun buna?

Sorularım şimdilik bu kadar. Kesin gıcık oldukça devamı gelecek.

20 Kasım 2019 Çarşamba

Ameliyat, travma(lar), umutlar

Yine yazamadım uzun zamandır. Tadım yok, gündemimiz; hastalık, hastalık kaynaklı endişe ve hastalık sonu oluşan saçmalıkları toplamaya çalışmak çünkü...

Son yazımdan bir kaç hafta sonra yavru geniz eti ve kulak tüpü ameliyatı oldu. Geçmek bilmeyen alerji, geçmek bilmeyen kulak iltihabı ve işitme kaybı bize başka çare bırakmadı. Zaten o yöne doğru gittiğimizin farkındaydık ve sürekli antibiyotik, ağrı, hastalık döngüsünden kurtulmamızı sağlayacaksa yapılması gerektiğine ikna olmuştuk.

Çocuğu aynı operasyonu geçiren bir yakın arkadaşım, üç tane de iş yerinden tanıdığımız vardı. Hepsi korkulacak bir şey olmadığını anlattılar. Arkadaşımın oğlunu ameliyat eden doktor, bizimkinin de doktoru. Önden iyice bilgi aldık, hazırlandık, ameliyat günü geldi. Çocukları ameliyata götürürlerken bir şurup içiriyorlar, sakinleştirici/sersemletici. Böylece çocuk anesteziye kadarki süreci unutuyor, korkmamış, travmatik bir süreç yaşamamış oluyor, doktorla bunu da konuşup anlaştık. Fakat bizden önceki hasta gelmediği için bizim ameliyat öne çekildi, yavruyu çabuk aldılar, ilacın etki göstermesine yetecek vakit kalmadı. Zaten işe yarayacağı da şüpheliydi, her çocukta etkili olmayabiliyor... Bizimki ameliyattan çıktı ve fark ettik ki anesteziye kadarki her şeyi bütün detayları ile hatırlıyor. sonuç olara elbette çok, çok korktu, bize bu şekilde söylemese de hissediyorum ki onu götürmelerine izin verdik diye bize gücendi. İki haftadır anlatmaya, konuşturmaya, normalleştirmeye çalışıyorum.

Ameliyat sonrası sedyeye oturmuş, gözleri şiş, tükürmeye çalışır ama beceremez haldeki hali gözümün önünden gitmiyor. Uhu gibi ağzına yapışmış o tükürükler, kulağındaki kanlar, tüküremeyip boğazında biriken kanı kusuşu... Kulaklarım ağrıyor, boğazım acıyor diye ağlayışı.

Eve döndükten sonra sabaha dek kabus görüp, titreyip çok korkuyorum diye çığlıklar atışı... 

Ardından artık toparladı derken ateşlenmesi, antibiyotik kullandığımız halde boğazında bir enfeksiyon oluşması. Peşinden gelen serumlar, iğneler, geri dönen ağlama ve kabuslar...

Şimdi iyi çok şükür. 

Ben de daha iyiyim. Ne kadar etkilendiğimi daha yeni anlıyorum ve bu kadar çok etkilendim diye kendime kızıyorum; ne zayıfsın ne dayanıksızsın diye kendime yükleniyorum. Sonra, ne yapayım, bilmiyorum ki ben böyle şeyleri, hangi anne üzülmez ki deyip kendime sarılıyorum. İlaçlar, yan etkiler, mikroplarla ilgili felaket senaryolarını görmezlikten gelmeye çalışıyorum.

Bu süreçte kendimde çıkan gariplikleri, tuhaf hastalıkları unuttum bile, hepsi geri planda kaldı.

Önümüzdeki günlerin sağlıklı ve mutlu olmasını diliyorum sadece. 

Şu tatsız zamanların geçtiğinin işareti olacak bir ferahlık, bir güzel haber, bir değişiklik bekliyorum.

30 Eylül 2019 Pazartesi

Delirdim ama neden?


Çocuklardan önce bol geyik ve şamata için kullandığımız, (eski) adı “kayınbro, elti, görümce” olan kardeşim, eşi, ben ve kocamın olduğu bir whatsapp grubumuz var. Bu sabah kocam gruba şu karikatürü yollamış ve benimle dalga geçmiş:



Çok yalan sayılmaz evet, çünkü kafayı yeme noktasındayım. Geçmek bilmeyen alerjik rinit yüzünden geniz akıntısı, kulakta sıvı birikmesi, öksürük, burun tıkanıklığı yaşayan, bunları engellemek adına 3 haftalık ilaç kullanımı, 1 hafta ara veee hemen peşinden 10 gün hastalık ve bu arada kulak enfeksiyonu nedeniyle antibiyotik kullanımına giden yavruyu nasıl iyileştireceğimi şaşırmış durumdayım. 

İlaç kullanmayan ben, alerji ilaçlarını (şurup ve sprey) asla şaşmadan kullandım, hatta bağışıklık destekleyiciler, balık yağları vs. alıp onları da kullandım. Keçiboynuzu özü, zencefil-zerdeçal-karabiber-bal dörtlüsü, her sabah bitki çayları, ne biliyorsam denedim. 
Süt ve süt ürünleri alerjik akıntıyı arttırır dediler, 15 gün sıfır süt ürünü (penir, kefir, yoğurt dahil) perhizi uyguladım her ikimize de. Benim o hafta o kadar çok geniz akıntım oldu ki faranjit yüzünden sesim tamamen kısıldı, yavruda da belirgin bir düzelme yaratmadı. Onu da eledim.

Şimdi kafayı asıl alerjen toz, ev akarı (mite)) olabilir mi fikrine taktığım için çılgınca temizlik yapıyorum. Zaten deterjanlarımız çok uzun zamandır parfümsüz, mümkün olduğunca kimyasalsızbitkisel bazlı. Hafta bir nevresimlerini 60 derecede yıkıyorum. 
İhlas marka ev temizlik robotları var bildiniz mi? Böyle döve döve temizlik yapıyor, yatak ya da halıyı süpürünce suyun içine birikenleri görüp insanlığınızdan bile utanıyorsunuz? Hah, işte onunla hafta bir yatak döşek, halı, koltuk ne varsa temizliyorum. Zaten yavrunun odasında halı yok, hatta perde de yok. Bir yatak, bir berjer var toz tutabilecek. Evdeki toplam halı miktarı desen,  normal bir evin salonundaki kadar... Günlük temizliği yaptığım süpürgem de hepa filtreli, onunla da neredeyse her gün ev süpürüyorum, ardından toz alıyorum. Geçen gün ev akarlarına etkili olduğu söylenen bir karışım okudum (500 ml suya; 60 damla palmarosa, 60 damla karanfil yağı), bu hafta sonu hazırlayıp yatak, koltuk, halı gibi makineye atıp yıkanamayacak ne varsa üstüne sıktım. Daha da mite gelir yerleşirse Allah belasını versin deyip dişlerimi sıkıyorum. 

Tipi de böyle iğrenç  işte...

Sonuçta bir yere bağlamam lazım ama bağlayamıyorum, çünkü bir sonuç elde edemiyorum. 2 hafta önce ani bir ateşle doktora götürdüğüm yavrunun Ankara’yı kırıp geçiren diyaresalgınından etkilendiğini öğrendik. Doktora giderken kulağından olduğuna emindim, çünkü öksürük ve akıntı başlamıştı. Kulakta sorun yok dediler ama antibiyotiği dayadılar yine. Kullandım çünkü çocuk 2 günün içinde bir kilodan fazla zayıfladı, serum için damar bulamadılar vs. 

Bir hafta iyi olmuştu ki (öksürük ve akıntı devam) cumartesi kulağım diye kalktı sabah! Allah’ın bize bir lütfu olduğuna inandığım biçimde öğlene doktorundan randevu bulduk. Genelde 3 hafta önceden falan aramak gerekir! Gittik, daha girişimizi yaptırmaya kalmadan midem bulanıyor diyen yavru hooop kustu L Elimde poşet olmasına rağmen her yanımız batmışken, herkes ona bakarken utanan ve zaten çok panikleyen yavruyu sakinleştirmeye çalıştığım o an kalkıp yanıma gelen kadını unutamayacağım. O an panikle yüzüne bakmayı akıl edemediğim, sarı kıyafetli kadın gelip yavrunun sırtını sıvazladı, “ Korkma canım, bir şey yok iyisin, şimdi temizler burayı ablalar, bir şey olmaz, utanma bak annen burda” dedi, çantadan eşyaları çıkarıp verdi… Allah razı olsun ne diyeyim.  

Doktorumuzla görüşünce durumu anlattım. Dışarıdan görenin sapık herhalde diyeceği şekilde mart sonundan bu yana tüm şikayetlerini, doktor muayenelerini ve kullandığı ilaçları tarih tarih yazdığım 3 sayfalık notlarımı da gösterdim, sağ olsun hepsine baktı... 
Çok uzun yazdım, uzatmayayım; alerji ile ilgili olarak yine aynı noktaya geldik. Alerji bu yaş grubunda çok sık görülüyor, kulağa vurmasa mesele değil ama kulağı etkilediği için durdurmak zorundayız. İlaçlarını değiştirip bir aylık süre sonunda tekrar bakacağız. Geniz eti ameliyatı alerjiyi ortadan kaldırmayacağı ve tekrar büyüyebileceği için tam çözüm değil. İlaçla halletmeye çalışacağız, mecbur kalınırsa yapılacak. Zaten alerjisini takip eden KBB uzmanının dedikleri de bu şekilde. 

Peki hocam bu ikinci oluyor, bağırsaklarına ne oluyor bu çocuğun?

Antibiyotik oluyor!

Kreşe giden çocuk istatistiklerinden bahsediyor doktoru bana, senede 8-10 kez doktora gidecek kadar hasta olması normal, neredeyse ayda bir. Antibiyotik ilk kullanımda %10, sonra %20, %40 derken %50 oranında bağırsak florasını bozuyor. Sonra da, bu salgında olduğu gibi bakteriyel durumlara ve diğer hastalıklara daha açık oluyor. 

Aklıma, alerjisi olduğunu henüz öğrenmemişken, doğum gününde başlayan kulak ağrısı sonrası memlekette gittiğimiz KBB uzmanının verdiği geniş spektrumlu antibiyotik geliyor. Kullanmasak? dememe rağmen beni korkutarak mutlaka mutlaka deyişi… Az sonra çocuk doktorumuz bu ilacı anarak, bu tarz antibiyotikler florayı direkt etkiler diyor. İyice sinirlerim geriliyor. 

An itibariyle durmadan bizi ilaca sürükleyen alerjiye ve doktorun çat diye verdiği o ağır antibiyotikle ilk fitili yakmış olabilir miyiz sorusuna kafayı takmış durumdayım. 

İkisini de çözemiyorum tabii, sadece can sıkıyorum.
Allah herkese şifa versin, hele yavrulara…

25 Eylül 2019 Çarşamba

Fısıldama, geri git

Sanki 10 saattir saatin 5 olmasını bekliyorum. Aslında işten 5’te çıkamam, niye 5 olmasını bekliyorum ki? Bilmiyorum. Hem neden bazı günler neden bu kadar sıkıcı? Bugün gerçekten kış geliyor dedirtecek şekilde “içimden içimden” üşüdüm, belki ondandır. Belki de daha bir hastalığı atlatır(bağırsak enfeksiyonu) ve bir kutu antibiyotiği daha bitirirken, yeniden öksürmeye başlayan yavruyu düşünüp durduğum içindir. Geçmeyen alerjik akıntısının sebebini çözemediğim için delirmekle gıcık olmak arasında kaldığım için…
Bilemiyorum, tam şey edemedim.



Pek nadir olduğu üzere kesintisiz 8 saat uyku uyumama rağmen dinlenememem, yine kürek kemiğimin yanına gelip yerleşen düğüm gibi o ağrı, sürekli ama sürekli çikolata yemek istemem ve tabii bir de gece tam uyumadan önce çocukluğumdan ya da ilk gençliğimden kalmış minik travmaları o anın görüntüsü, sesi, kokusu ile hatırlayıp ağlamaklı olmam bana yine “depresyon geliyor” diye fısıldıyor olabilir. Demir ve B12 değerlerim dibe, tsh değerim tavana vurmuş da olabilir tabii, neyse ki onun tahlili var; değerler oynamış mı bakarız. Depresyonda mıyım, giriyor muyum, neden gireyazdım gibi sorularınsa net bir ölçeği/cevabı/tetkiki yok. 

Neslican kız vefat ettiği günden beri ne zaman bu tuhaf dalgalanmaları yaşasam, içimde ezici bir utanma duygusu ile kayıp hissi birbirine karışıyor. Sağlığı kaybedince her şeyin önemsizleştiği gerçeğini hatırlayıp biraz toparlanıyor, biraz daha neşeli olacak enerjiyi buluyor, fakat yavruyu yatırıp sessizlik çökünce sanki balon gibi sönüyorum.

Neyse, belki artık kendine gelmenin vakti yaklaşıyordur, ondan saçmalıyorumdur. Son iç çekişler, ayak sürüyüşler, belki şimdi içinde olunca göremediğim ama biraz zaman geçince “haaaa, ondanmış” diyeceğim bir dönemi kapatıyorumdur.

Haydi hayırlısı. Saat de 5 olmuş yazarken, gözüm aydın.

Belki ruhum ferahlamaya doğru gidiyordur. 



3 Eylül 2019 Salı

Winter is coming...

Eylülün 3’ünde olduğumuza inanmak çok zor. Geçen şunu gördüm, eşe dosta yolladım:



Sonra bir köşeye geçip kedi gibi mızırdandım, hatta o kadar uzattım ki kocam dayanamayıp “Ne yapalım, güney yarım küreye mi gidelim, geliyor işte kış!” diye patladı. 
Kısa süre sonra günler kısalacak; eve varıp üstümüzü çıkarırken yatsı vakti gelecek, hava çok soğuyacak, hafta içi okul çıkışı oyalanmaları, hafta sonları günün yarısını parklarda geçirmeler falan hep bitecek. AVM desen nefret ederiz, gidecek yer de yok, akşama kadar evde araba ve legooynayarak vakit geçirmeler başlayacak. Uyandığımızda hava karanlık olacak, bu durum okula gitmesi gereken 3,5 yaş çocuğuna izah edilmeye çalışılacak. 

Üstümüze ne giysek; ceket giysen ince mont giysen kalın, zehir gibi esiyor zıkkım rüzgar kafamızı mı kessek ne yapsak söylenmeleri ile kışa adım adım yaklaşılacak. 

Şeftali yok, kavun/karpuz yok, varsa yoksa portakal mandalinaya dadanılacak. Bugün de akşam yemeği yerine kahvaltı ya da fırında kızartma yapıverelim denmeyecek de, yemeğin önüne bir çorba mı pişirsek diye düşünülecek.

Doğal gaz faturasına sövmeler, kar tatili olursa çocukla evde kim kalacak; sen izin al benim toplantım var kavgaları başlayacak, düşünmek bile istemiyorum ama bahardan yaza ilaca boğulmuşken bir de kış hastalıkları ziyarete gelecek. 

Ankara’nın üstüne yine tente çekilmiş gibi gri bulutlar gelip oturacak, gökyüzü ne renkti unuttuk diye hayıflanılacak. 

Sonbahar severlerden özür dilemeyi isterdim ama dileyemeyeceğim (evvelki sene de dilemedim ama en azından nazikçe anlatmışım), içimden sürekli söylenmek, sızlanmak, b.k vardı da memleketin ortasındaki bozkıra taşındık diye başlayıp küfür etmek falan geçecek. 
Her yıl daha “güzel” karşılıyorum sonbahar ve kışı, dişlerimi sıkıp gözlerimi deviriyorum. 
Hadi bakalım 2019-2020 sonbahar ve kışı, tüm fikirlerimi değiştirecek, gözümden kalpler fışkırtacak harika haberler bekliyorum.

25 Temmuz 2019 Perşembe

Ortaya karışık günü - Temmuz

Senenin başından beri takık durumdayım 2019’a. Aşırı kuru ve tatsız bir diyet bisküvisini kemirmek gibi sanki. Doyurup doyurmadığı belli değil, tadı da yok üstelikSenenin yarısından fazlası geçmiş, hala içimde “temizliğe başlayacakmış da bir türlü kalkamamışım gibi” bir huzursuzluk hissi… Galiba yaz da gelmeyi unuttu bu sene? Ankara’da hava bir gün sıcak, üç gün soğuk. Bizim ev ise öğleden akşama kadar güneş aldığından Urfa’nın bir köşesiymişçesine bunaltıcı. Eve girsek olmuyor, dışarı çıksak olmuyor.

Evde bitmek bilmeyen çamaşır ve ütü sirkülasyonunu bir parça hafifletmek için çıplak gezmeyi düşünmeye başlamama ne demeli? Memleketten hafta sonu geç vakit dönüp 3 günde 4 posta çamaşır yıkadığımız için oluşan çamaşır dağının rüyama girmesi; taaa üniversiteden alakasız tiplerin evime zınk diye gelivermesi ve mahcubiyetten yerin dibine geçmem? İşte bunlar hep manyaklıkTabii bu manyaklığı katmerleyenelektrik süpürgesini de unutmamalı: daha 3 yaşındaki süpürgenin önce uçak motoru gibi gürlemesi sonra hıggkkedip bozuluvermesi! 

İşte yaz böyle salak saçma geçiyor. Bu aralar en büyük eğlencem ve en büyük öfkem bizim yavru. İnanılmaz şekilde inat olmaya, kafasına estiği gibi hareket etmeye ve trip atmada olimpiyatlara katılacakmış gibi üstümde antrenman yapmaya başladı. Arkasından gözlerimi deviriyorum, kocama işaret edip şunu başımdan al falan diyorum bazen, o haldeyim.

Bir taraftan da çok eğleniyorum iyice “çocuk” olmaya başlayan hallerini gördükçeKelime haznesi iyice komik bir hal aldı, bir bakıyorum teyzesiyle konuşurken “ ama teyzeeeoda darmadağınıktı biliyor musun? Çok dağınıktı, yani darmadağınıktııııı…” diyerek arabasına basıp ağlamasının hikayesini anlatıyor. Sonra bir bakıyorum, restoranda gelen şişe suyun soğuk olduğunu fark edip, garson çocuğa “ Bunu içersem öksürürüm. “Soğuksuz” su var mı?” diyerek yapım eklerimizin canına okuyor, ılık su istemeyi akıl edemiyor. 

Geçen gün memlekette ilk çöpten adam resmini çizdi. Daha önceki resimleri karalama şeklinde olduğu için, ilk önce kafadan bacaklı şeylere geçeceğimizi sanmıştım. Başında bekledim çaktırmadan, resimdeki adamın kafası, gözleri, kol ve bacakları, elleri ayakları her şeyi var. Bir de bacaklarının arasındaki boşluğa düz bir çizgi çekip “Hımmm, bu da poposuuu” demedi mi, öldüm gülmekten. 

Gıcık günlerinde beni de kendisiyle birlikte ağlama krizine sokacak hale getirse de bana çok düşkünleşti. Saçma el şakalarına ve boğuşmaya bayılan kocam oğlan buna yüz vermeyince beni devirdi yere. Yavru bir sinirlen! “Babaaaaaduuuurrr!” diye kükreyip resmen kafes güreşçisi gibi koşarak gel, zıpla ve tekme atarak adamın karnına iniş yap! İkimiz de önce şok olup sonra kendimizi kaybettik gülmekten. Sonra bir saat anlattık bunun sadece şaka için yapılan bir boğuşma olduğunu. Sakinleşti ama hala kocama girişecek gibi bakıyordu. 

Daha bunun gibi bir sürü şey. Hayat kısa, kuşlar uçuyor, yavru büyüyor, biz yaşlanıyoruz. 




22 Temmuz 2019 Pazartesi

Aşk, yeniden!

Yine, yeniden aşıkım. Çok. Çarpık bacaklı, yumuşak yanaklı, gıdıklı ve hafif tüylü birine hem de! Mis gibi kokuyor ve zaman zaman aşırı asabi olabiliyor. Uyumadığı zamanlarda epey gürültücü. Bu arada, şaşı olduğunu da söylemiş miydim? Ciddi bakışları şaşılıkla karışınca aşırı tatlı oluyor. Kendisi ailemizin yeni üyesi, misminnakımız, pamuk prensimiz. Aramıza 6 gün önce katıldı ve beni teyze yaptı. 

Teyze olmak A101 dersinde ilk öğrendiklerim;

Kardeşime kızdığım her şeyi misliyle ben kendi yeğenim için yapabilirim, annesi düşünsün.
Aşkından çıldırmak serbest: Kırkı çıktığı gün o yanakları hüpletmeyen bizden değildir.
Minicik bir yenidoğanın farklı bir pozu olabilirmiş gibi; “yeni foto yollayın, bi daha yollayın, bi daha yollayınnnn!” diye anne babayı darlamak normalmiş.
Bütün o “tuhaf ilk zamanlar”daki ruh halini hatırlamak ve zaman zaman kendi travmalarına göz kırpmak da normalmiş.
Tüm zorlukların farkında olmak ama geçeceğini bilmek harikaymış.
Keşke aynı şehirlerde yaşasaydık hissini kendi çocuğundan sonra ilk kez bu kadar kuvvetli hissetmek ve üzülmek de varmış.
Kucağında uyuyan miniğe bakıp uyanmasa da daha beş saat tutsam böyle demek ilginçmiş.
Teyzelik de annelik gibi bir tür delilikmiş.

5 Temmuz 2019 Cuma

Hepsi geçmese mi acaba?


Çocuklar çok ilginç değil mi? Uzunca bir zaman benimki “biraz cins sanıyordum ama yok, hepsi değişik. Aslında, bizim (zavallı) yetişkin bakış açımıza uymadıkları için “ilginç, tuhaf, değişik, zorlayıcı, anlaşılmaz” geliyorlar bize, biliyorum. Yine de hayret etmekten alıkoyamıyorum kendimi… Kendilerini neyin mutlu edeceğini, rahatlatacağını, neye ihtiyaçları olduğunu mükemmel bir şekilde biliyorlar ve talep ediyorlar. Bizse onların taleplerini karmaşık olmakla itham ediyor ve anlamıyoruz.

Sevilmek, ilgilenilmek, temasta kalmak, günü dolu doluyaşamak, hissettikleri her şeyi dışa vurmadan günü tamamlamamak istiyorlar. 

Bizimkinin okulu yaz moduna geçti; daha fazla bahçe saati, coşmalı oyunlar, sıcakların zorlaması ve öğle uykusu uyumamasının etkisiyle akşamları epey yorgun oluyor fakat uyumamak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Ben de kendi yorgunluğum üstüne eklenen bu diretme karşısında volkan gibi kabarıyor, uyumaya direndiği her dakikayı sayıp içimden dört işlem yaparak yine kendime zaman ayıramadığım gerekçesi ile deliriyorum. 

Bugün düşündüm de, okulda zaten uzun saatler geçirdikten sonra eve geliyoruz. Ya hemen sitede oyuna dalıp hava kararmaya yakın koştur koştur yemeğe geçiyoruz ya da tam tersini yapıyoruz. Saat sekiz buçuktan sonra güneş batıyor, aşağıdan yeni gelmiş ya da sofradan yeni kalkmışken dokuzda çocuğu banyoya sürüklemeye başlıyoruz. Dokuz buçuk-on arası uyumuş oluyor. Bu sırada kan ter gözyaşı üçlüsünün sahne almış olması muhtemel. Banyo yapmam-yaparım, çıkmam-çıkarım, bir fıkra anlat hayır hayır 5 tane anlat, bir tiyatro yapalım tamam söz sadece 1 tane yapalım, 2 kitap hayır 3 kitap oku, hayır ben uyumak istemiyorum, evet ışığı kapatalım-hayır ışığa dokunma, evet farecikler hikâyesini anlat-hayır anlatma ninni söyle, hayır ninni söyleme türkü söyle…. derken artık dayanamıyor ve sızıyor. 

Mesela geçen gün ben uyumayacağım diye ayağa dikildi,sonra yanıma uzandı kitabı kapattırdı, türkünün nakaratına gelirken uyuyup kaldı. Madem kitabı bile dinleyemeyecek haldesin, uyumayacağım diye fırlamak nedir? “Sizinle daha fazla zaman geçirmek istiyorum, daha oynayamadığım oyunlar, atamadığım kahkaha ve gözyaşım var” demek istiyor aslında… Bunu anlayınca içim sızladı. 

Hiç yanımızda yatırmadığımız çocuğumuz taşınma olaylarından sonraki süreçte sık ve uzun hasta olunca bizimle uyudu birkaç kez. Sonra ne zaman uyansa yanımıza gelmek istedi. Önce o yataktayken uyuyamıyordum; kıpırdadıkça uyanıyordum. Üstelik sokaktan sinek geçse ses var diye kalkan yavru uyanıp da geri uyumayacak diye ödüm koptuğundan mumya gibi kıpırdamadan hatta nefessiz yatıyordum. Gecenin bir kısmını birlikte uyuma olayı artınca fark ettim ki yatakta tepinsem bile uyanmıyor çocuk! Arada elini yüzüme koyuyor, kafasını kolumuzun altına sokuyor ve bazen beni öpüyor! İçim bir daha sızladı, büyümüş, büyüyor ve belki bir zaman sonra istesem de benimle uyumayacak! Şimdi ona sarılınca ince uzun bir “çocuk” olduğunu fark ediyorum. O tombik, yusyuvarlak, minicik bebek yok!

Bu uyumamak için direnmeleri, talepleri için savaşmaları, arada bizi bunaltmaları da zamanla geçecek. Büyüdükçe, biraz daha yetişkin olmaya yaklaştıkça, sınırları, kuralları, dürtü kontrolünü öğrendikçe bizden uzaklaşacak. Bize daha az ihtiyaç duyacak evet ama bu büyümenin getirdiği olumlu halden çok hepimizin başına geldiği gibi kendinden uzaklaşmak yüzünden olacak belki. Yani vücudunu dinlemeyi unutacak, duygularının önüne düşünceler ve kalıplar geçirecek ya da duygularını dışa vur(ma)mak için daha “usturuplu?” yollar bulacak.

Kaybolan bebekliği gibi, çocukluğu da kaybolacak. 
“Anne kalbini bi dinleyim mi, ne diyor? Bak benimki tıktık anne, tıktık anne diyor” demeyecek bir gün. 
Annneaaaa! Bugün bir yarış arabası rüyası gördüüüümmmm!” diye uyanmayacak.
“Seni yerim çocuk!” diye üstüne atladığımda, “Anne ben kek miyim? Yeme beni!” diye ağlamayacak.
“Anne bi geler misiinn, anne bii geleeeerrr misiiinnnbi geleeeerrrr misiiinnn?” diye saniyede 3 kez seslenmeyecek. 
“Kucağında ağlayabilir miyim biraz?” diye sormayacak. 
Ne kadar büyürse büyüsün benim yavrum olsa da, şimdi bıraktığım yerde kalmayacak. 

Her anın güzelliği şimdi anlaşılmazsa, bilmiyorum ne zaman anlaşılacak!





28 Haziran 2019 Cuma

Yaza güzelleme

Yaz gelince bana bi his geliyor; güneşin, sıcağın, uzayan günlerin bir dakikasını bile ziyan etmemeliyiz gibi... Gerçekten böyle hissediyorum çünkü kışları hep birbirini tekrar eden günlere inat sanki sonsuz seçeneğimiz var. İşten çıktığımızda hava aydınlık oluyor ki bu durum benim yaşama sevincimi doğrudan arttıran bir faktör. Yemeğini kap hemen dışarıda piknik usulü ye, biraz meyve atıştır hava kararana kadar dışarıda takıl sonra yemek ye, market işin varsa hallet, yakınlarınla buluş, üstüne yorgunluk çöken o son noktaya kadar eğlenmene bak, yaşadığını ve doğanın da yaşadığını hisset,  gökyüzünün pembe-mor oluşunu seyret, daha bir sürü şey… 

Şimdi bu edebi paragrafı neden yazdım? Kocama çemkirmek için! Havanın sıcak olduğunu bahane ederek okuldan aldığımız yavruyla bizi eve çıkaran (ev bu arada magma sıcaklığına yaklaşmış, batı cephe sağ olsun), yavru uyanıkken televizyon açılmayan evde haberleri açmak gibi enteresanlıklar yapan kocama uzun uzun saydırma hakkımı kullanmak istiyorum. Yahu haziran bitti daha hava bu hafta ısındı, şurada 2 ayımız var yok, sonra gerisi zaten sıkıcı Ankara ve gri kış. Her gün robot gibi aynı şeyleri yapacağız. Neden eve dönüyoruz nedeeeennnnn?!

Çocukken bile tam akşamüstü vakitlerini dışarıda, en azından balkonda geçirmek isterdim. Annem de tam o saatte sofra hazırlar ya da bana hazırlatır, önümüze yemek koyardı! Yemeği yarım bırakıp kalktığım çok olmuştur, günü elimden çalıyorlar gibi gelirdi…
Hele şimdi, günümün büyük kısmı işte geçer, yavru akşama kadar okulda mesai yaparken, aşağıdan çocuk sesleri gelir güzel bir mesirelik evimizin yakınında bizi çağırırken neden gitmeyelim ki? Yavrunun çok küçük olduğu zamanlarda hafta sonu iki gün, sabahın kör vaktinde (çünkü 5.30-6.da uyanırdı biz de 7.30-8.00’de orda olurduk) kahvaltılıklarımızı hazırlar ve aynı yere giderdik. Biraz nefes almak, kahvaltıyı dışarıda yapmak, yavruyla bir ağaç gölgesinde yuvarlanmak akıl sağlığımı korumama yardım eden birkaç şeyden biriydi. Çünkü yalnızdım, uykusuzdum, evde oturmaya hiç alışık değildim ve gün boyu mızıklanan, emmeyen, uyumayan bir bebekle uğraştığım o günlerde kocam gelsin de artık bir lokma yemek yiyeyim ya da lavaboya gideyim diye beklemek hiç güzel değildi. Şu an yazarken bile kalbim sıkıştı. Yine de yaz mevsiminin verdiği o ferahlık hissi beni bir parça kendime getiriyordu. Yavru erken yatıyordu; onun ilk uyanışına kadar biraz balkonda oturabiliyor, hafta sonları sabah ve ikindin kendimizi dışarı atıp rahatlayabiliyordu(m)k. 

Yine başımın belası PMS mi beni yine buraya getirdi de acayip konulara daldım bilmiyorum ama cidden yaz mevsimine derinden bağlıyım. İmkânım olsa yazları yarım günden fazla çalışmaz ve yavruyu yarım günden fazla okula yollamaz, tüm sene yetecek enerjiyi hoplayarak zıplayarak, bulduğum her ağacın ve suyun yanında pinekleyerek, rengârenk meyveleri gün boyu yiyerek depolardım. 


21 Haziran 2019 Cuma

Ortaya karışık günü Haziran

En son ne yazdığımı unutunca fark ettim, yine bir ay olmuş yazmayalı… E tabii araya bayram girdi, bayram tatilinde yavruda antibiyotik gerektiren dev bir hastalık durumu, döndüğümüzde annem olmayınca yapılması gereken yemekler, halledilmesi gereken işler, arkasından dev bir uluslararası organizasyonda gerilim türünde görevler, bol bol yorgunluk, hay ben bu memlekette işlerin gidişine… diyebaşlayan sövmeler… Böyle böyle bir ay geçmiş.

Yine ağzım burnum dolu, yine bi alerjiler, bak bunu yazmamışım. Bir de yanında bunuş; yavrunun da alerjik olduğunu tescilledik. Ha bire tekrar etmeye başlayan kulak enfeksiyonuhapşurmalar ve ara ara başlayıp kaybolan; grip olacakmış da olamamış benzeri burun akıntıları tam tahmin ettiğim gibi alerjik rinit kaynaklıymış. Şimdilik bir şurup ve burun spreyi kullanıyor, 3 haftanın sonunda kontrole gideceğiz bakalım ne diyecek doktor. 

Okul cephesinde de olaylar her sabah okula girerken dudak büzerek hafiften ağlamalı, çıkışta neşeyle “ Günüm çok iyi geçti anne! Çok eğlendim!” demeli seyrediyordu. Dün ilk kez sabah ağlamadan okula girdi. Hala tam okula girdiği sırada gergin olduğunu hissediyorum ama sabahları evden çıkmamak için bahane üreten çocuk bu kez “hadi geç kalacağız anne, çabuk” dedi ya (çok şükür), artık bu işi kotardık diye ümit ediyorum. 

Aslında yazmak için ilk oturduğumda, nasıl da iş ahlakından yoksun olduğumuza, “padişahımısss kıymetlimissss” demekten başka bi’ halta yaramayanlara, her yönüyle insanlarımıza saydıracağım uzun bir yazı yazmak geçmişti içimden. Şu an kısaca özetlemek istiyorum: Bu toplumdan bicacık olmaz. Bu konuda can çekişen ümidim ha bire kafasına sıkılmak suretiyle öldürülüyor, artık hortlamasa iyi olur, ümit bazen işkence yani bu memlekette. 

Neyse, güzel şeylerden bahsedelim: Mesela evi hamam böceği basmadı, aç kalmadık, kendiminkileri unutmuş (evet unutmuş) olsam da çocuk ve babası ütüsüz kıyafetlerle insan içine çıkmak zorunda kalmadı, ev beklediğimden toplu ve temiz, çocuğum anneanne ve dedenin artık burada yaşamadığını idrak etmiş ve kabullenmiş (bayram tatilinde 1 hafta yüz vermedi onlara) durumda… Her korkutucu durumda olduğu gibi bir çaresi bulundu yani. Hayalimdeki ışıl ışıl ev ve düzeni yakalayamasam da (ne zaman yakalandı ki?) şu an kendimden ve çıkardığım işten memnunum. Annem buralardayken kendini rölantiye alan kocam da yeniden tam destek fulldestek moduna geçmiş durumda. Eh, çok şükür. 


Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...