22 Kasım 2017 Çarşamba

Özverili deli...

Instagramda takip ettiğim bir anne var, çok güzel okumalar yapıyor ebeveynlikle ilgili, tavsiye ettiği kitaplardan okuyup faydalandığım çok oldu… Eric Fromm’un kitabından alarak şu postu paylaşmış hemen ekran görüntüsü aldım, ne zamandır üzerinde düşünüp duruyorum:

İlk okuduğumda da çok etkilenmiştim fakat sonradan, aklımda dolanıp duran düşüncelerle birleştikçe kalbime fil gibi oturdu. Çok fazla şey var yazmak istediğim, nasıl ifade edeceğim bilmiyorum ama bir deneyeyim...
Sürekli şunu söylüyorum; çocuğum onu beklentisiz olarak sevdiğimi bilsin ve kendini benim için bir şey başarmak zorunda hissetmesin. En büyük korkularımdan biri bunun aksinin gerçekleşmesi; çünkü ben küçükken bana asla koşullu sevgi cümleleri kurulmadıysa bile ben kendimi hep başarmaya mecbur hissettim. Düzenli, düşünceli, çalışkan, saygılı vs. olmaya da… Sadece ben değil, benim yaşıtım hemen her çocuk az çok böyle büyüdü belki. Anadolu lisesine hazırlık diye bir şey vardı yahu, o psikolojik baskıyı ortaokulu Anadolu Lisesinde okuyan akranlarım bilir. “Adam olması” okumasına bağlı memur çocuğunun klasik dramı diyelim biz şuna, belki bir de 80’lerde orta gelirli Anadolu ailesinde çocuk olmak. Neyse uzatmayım, şu an süren bazı kontrolcü hallerimi, başarmak ile ilgili takıntılı durumlarımı bu yetiştirilişe bağlıyorum. Daha ilkokul 4. Sınıf öğrencisiyim, dershane seviye tespit sınavı yapıyor, 18. olmuşum, annem bana günlerce tripleniyor, neymiş bu sefer ilk 10’a girememişim. Allahım, bu nasıl bir saçmalık?! Eh, çok da haksız sayılmam değil mi bu hallerimi o günlere bağlamakta? İşte, ilk olarak çocuğumda böyle bir his yaratmaktan ödüm kopuyor.
Bunu yapmamak için -tabii el kadar yavruyu sınava hazırladığımız yok, ama herhangi bir koşulluluk mesajı vermemeye diyeyim- azami gayret sarf ederken, bazen kendi kodlarımla savaşa girmiş oluyorum. Onu zorlamayayım, yönlendirmeyeyim, gerçekten ama gerçekten gerekmedikçe yapma demeyeyim, mesela yorgun ya da hastaysam bunu hissettirmeyeyim, dilini daha iyi çözeyim onu anlamadığımı düşünmesine izin vermeyeyim derken… derken bazen içim daralıyor. Çünkü mesela ben elektronik aletlerin düğmesine çocukların basmadığı, yemek yerken etrafa döküp saçılmadığı, parkta kaydırağın en tepesine tırmanılmadığı bir evde büyüdüm. Bunlar çok mühim şeyler değil, bu kısımları aşıyorum, ama mesela markette ya da restoranda eşyaları veya kendini yerlere atan yavruya müdahale etmek istiyorum. Kendimi tutuyorum, kendimle boğuşuyorum, iç sesimle kavga ediyorum ama ağzımdan “tamam oğlum, istediğin kadar oyna… haa ağlamak mı istiyorsun, ben yanındayım” cümlesi çıkıyor. Bir süre sonra o kriz geçiyor, yavru neşesini kaybetmiyor ama ben kaybediyorum. Sürekli ona yanlış mesaj verir miyim kaygısıyla cümlelerimi tartıyorum, tavırlarımı irdeliyorum. Kendimi yeterli hissedemediğim gibi, ne hedeflediğimi ne de içimden beni dürten şeyi yapamamış oluyorum.
Böyle olunca ne oluyor biliyor musun?  Ben çocuk yetiştirmekten kocam kadar zevk alamıyorum. Gerilimli anlarda yıpranıyorum ya da kendi içimde gerilimler icat ediyorum. Kocam mutlu, o çocuğuyla Mars’a bile gidebilir, ben markete bile gitmek için düşünüyorum. O ikinci bir çocuğun evimize neşe getireceğini söylüyor, ben o sırada panik atak krizi geçirecek oluyorum.
Bunun böyle olmaması gerektiğini biliyor ama düzeltemiyorum.
Kitaptan alınan bu yazı da o yüzden içimi oydu. Özverili olacağım derken, onu doyasıya sevdiğimi göstereceğim derken hadi onu anneliğimle eziyorsam, ezersem? Hadi bu kitapta dediği gibi benim bunalmış halimi hissederse? Hadi kendini bana karşı sorumlu, yükümlü hissederse? Böyle düşününce çok üzülüyorum.

14 Kasım 2017 Salı

Manyaklık parayla değil ama fizik tedavi öyle...

Yavru doğduktan bir kac gün sonra sirt agrilarim basladi... Sonra o agrilar artti, belime dogru indi; hem belim hem sirtim agriyordu artik, süperdi! İlginçtir, yavrunun bana insaf edip -kendimi 7. kattan atmayim diye- duzgun gece uykusu uyuduğu bazi kisa donemlerde ağrılarım gecti. Ben de sevindim. En son kurban bayrami araliginda gece zibilyon kere uyanip meme isteyen yavruyu -mu camdan atsam acaba dedigim sabah sag kolum omzumdan itibaren tutmuyordu. Agrisi ve kolumun yukarı kalkmayi reddetmesi bir ay kadar sürdü. Fizik tedavi hastanesine gittim muayene oldum, zorlamissin tendonlarin şey olmus da şey şey şey... Dediler. İlaç falan kullanamadim tabii emziriyorum diye, yavru yine duzgun uyudu bir müddet, düzeldim. Son bir haftadir ise boynumdan belime kadar bir cizgi ve sag kolum berbat durumda. Hayatimda bu kadar acı çektiğimi bilmiyorum. Sezaryen olduktan sonra 2.gunden itibaren verilen agri kesicileri almamis insanim ben ama bu agri bi baska...Yatamıyorum. Oturamiyorum. Kalkip yuruyemiyorum. Boynum kisitli bir aciyla hareket ediyor ve ağrım hic gecmiyor. Ilk gun aile hekimine gitmiştim. Gordugu an emzirmeyi kesip su kas gevseticileri iceceksin, göğsüne aci sür bant yapistir ne yaparsan yap! 19 aylik olmus daha ne emecek diye beni fircalayip yolladi. Amac sadece is yerine verecek bir rapor almak oldugundan fazla sallamadim, oyle bir yontemle emzirmeyi kesemem! Haa tabii hadi iyilesemezsem ilac almak zorunda kalirsam mecbur kalirsam diye bi saat agladim o ayri... 3 gun masaj sicak su sicak dus hatta hacamat denemeleri ile azicik toparlayip gece emzirmesini kesmeye calistim. Hala gece uyaniyor ama meme yok dedigim zaman aglamaz oldu. Peki ben ne oldum? Hala berbat haldeyim. Dun bir özel fizik tedavi merkezine gittim. Kaslara akim vererek actilar, sonra sicak kompres, sonra bir talim germe acma hareketleri... Oradan ciktigimda sonunda bir nefes aldim.
Bugun sabah kalktigimda ise ayniydim. Hatta sol tarafım da tutulmaya baslamis. Niye? Cunku gece boyu duzgun uyumadim. Halbuki yavru 2 kere kalkti gece, bakti meme yok biraz salladim 15 dakikaya uyudu. Ben neden uyuyamadim? Çünkü gergin manyagin tekiyim. Ha uyandi ha uyanacak, ha agladi ha aglayacak... Kolum agridi agriyacak. Sabaha kadar kendimi kastim durdum. Daha dogrusu oyle yapmisim simdi anliyorum. Dun o kadar acildiktan sonra bu hale gelemem baska türlü. Kendime gicik oluyorum. Kolum kalksa belki iki tane cakardim şöyle...
Allahim benim derdim ne? Simdi yola dustuk annemlerle memlekete gidiyoruz. Onların gitmeleri gerekliydi, ben de bu halde yavruya bakamam tek başıma. Peslerine düştüm gidiyorum. Orada 4 gun bir fizik tedavi kerkezi bulup gidecegim. Hem belki biraz moral bulur gevserim. Ankaraya da dönünce kendime bi psikolog falan bulsam iyi olacak galiba.
Sorucam bakalim, deli miyim neyim? 

3 Kasım 2017 Cuma

Sen Mızmızsın mızmız kal!

Taslaklarda bir yazı duruyor; “… bu kadar uykusuzluğa ve kendime 10 dakika zaman ayıramadan yavrunun peşinden yatağa koşmama rağmen depresyona girmedim, aman da aferin bana, ne kadar da iyimser olmaya başladım…” falan diyor. Yayınlayamayacağım için burada gömebilirim kendi yazdığım yazıya.

Hayır da, otuz küsur senelik Mızmız, iki hafta iyi idare ettin diye kendini ne zannettin? Hayata küsmeyince ne oldum sandın? Ayol iyimserlik senin neyine? Tamam, 16lık melankolik çiçek değilsin artık ama ayıp yahu, eşek kadar oldun, o kadarcık da düzelmiş ol. Üstelik bir de ruh hali seninkine endekslenmiş bir insan yavrusu var evde, herhalde hofff pofff diye gezemeyeceksin. Ay kendime gıcık kapıyorum şu an. Hemen vermiştim coşkuyu, galiba biraz da inanmıştım artık gerçekten daha olumlu bir insan olduğuma. Ta ki, bu hafta 5. kez gece yarısında kalkıp geri uyumayan yavruyla uğraşıp sinir krizi geçirene dek… En sonunda “aaaaa yeterrrrr uyu artık oğluuummmm” diye bağırdım. Tabii sonraki üç gün falan müsait olduğum anlarda ağladım ve kendimden nefret ettim.
Sonuç olarak hala kendime sinir oluyorum ama üzgünüm, yavrunun bu çözülmek bilmeyen uyku olaylarına da sinir oluyorum. Yeter yahu, cidden yeter. Karşıma alıp, “dana kadar oldun evladım, uyumalısın artık, ben de normal insanlar gibi yaşamalıyım; ay bu gece kaç kere kalkacak, şimdi yatarsam 13 dakika kazanırım, 5 kere kalkarsa şu kadar uykusuz olurum, kalkar da uyumazsa iş yerinde perişan olurum diye düşünüp gerilmeden kafamı yastığa koymalıyım” diye anlatasım var. Anlatsam büyük ihtimalle alacağım cevap “Anne uyku? Nen nen? Hayırrrrrrr… Anne meme? Memeeeeeeee” şeklinde olacak.
Bu ara her olayın başı ve sonu, her kavuşmanın neticesi, her ayrılığın öncesi “meme”. 18 ay kontrolünde doktoru uyarmıştı; anneye yapışabilir, babayı itebilir hatta babayla rekabete başlayabilir, uykular sorun olabilir ve 2 yaş sendromu öncesi ilk sinyalleri görebilirsiniz diye. Sağolsun, literatürde yer alan hiçbir bağlanma atağını atlamayan oğlum bunu da atlamadı. Cafcaflı 18 ay bağlanma atağını dibine kadar yaşıyoruz; yavru, ben ve meme. Baba bu sırada, artık gece ben kalksam da seni istiyor gerekçesi ile sabaha kadar horul horul uyuyor ve sabahları da “yorgun” uyanıyor. Yüzünde uykusunu iyi almamış insan ifadesini görünce yastığı kafasına atmak (hatta yastığın da üstüne oturmak)  istiyorum. Uyuyan herkese sinir oluyorum, gece apartmanın zillerini çalıp kaçasım var mesela, kimse uyumasın! Neyse konuyu dağıttım, atak diyordum, kafama tuğla atılmış gibi beynimi zonklatan atak. Geçecektir yakında diye ümit ediyorum. 12-13 ay civarı da yaşamıştık bir benzerini… Bu şiddeti azaldığı anda ilk yapacağım gece emzirmesini kesmek. Çünkü artık ne fiziksel ne ruhsal olarak dayanamayacağımı anladım, zaten bunu yapmazsam 2 yaşına kadar emsin düşüncemden de uzaklaşacağım. Şu vakte kadar onun duygusal olarak ihtiyacı olduğunu hissettiğim hiçbir şeye müdahale etmedim, kendiliğinden geçsin diye bekledim. Yine vicdanım ve tahammülüm arasında sıkışmış durumdayım, ne olacak bakalım, göreceğiz.
Bunun dışında her şey aynı; günlük telaşlar, işler güçler, her sabah hava soğuk yaa oflamaları, küçücük çocuktan 10 saat ayrı kalınır mı yaaaaa diye bağıran iç ses, sanki önceden iyi uyuyan bir çocukmuş gibi ahh acaba beni özlüyor da ondan mı gece uykuları böyle oluyor diye vicdan parçalamalar…
Bu da bir iç dökme ve başarısız bir iyimserlik denemesinin sonucu olarak burada dursun. 

Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...