22 Haziran 2017 Perşembe

Bunu bana yapmayacaktın yavru...

Biri dudak büzmeyi öğrendi. 

Ay çok fena... 

Çocuğum düdük gibi bağırır ve bir yandan kendini yere atmaya çalışırken, elini ağzına sokup hepi topu 7 tane olan dişlerini falan sökmeye uğraşırken (ay evet var böyle ilginç halleri) ya da hızını alamayıp bana kafa atarken, gayet soğuk kanlı biçimde yavruyu olay mahallinden uzaklaştıran ben, dudak büzme karşısında donup kaldım. Sesim falan titredi yavruyu sakinleştirmek için konuşurken, o derece afalladım. Çünkü kıkır kıkır gülerken bir anda (istediğine erişemediği için) saydığım aksiyonlara girişen yavruya alışığım. " -Yahu bu ne sinir bacak kadar sıpada, -bu çocuk 2 yaş krizi falan yaşayınca ben ne halt edeceğim, - acaba tutmasam da kafayı bir kez vursa ve anlasa mı hanyayı konyayı -burada bırakıp gitsem ne olur ki" şeklinde düşünceler aklımdan sık sık geçse de, genel olarak oldukça neşeli ve mutlu diye avunuyordum, o yüzden de diretmeli ağlamaları bana koymuyordu... Fakat dudak büzerek, gözleri yaşla doldurarak ağlamak nedir? Nedir? Bir daha soruyorum, nedir? 

Bu ara iyice arttırdığı inatlaşmalı hallerini, zaten bir taneye indirdiği öğle uykusuna da yatmamak için verdiği amansız mücadeleyi, düzeldi zannederken birbirine kattığı gece uykularının yorgunluğunu falan geçtim, dudak büzmeye takıldım.

O tatlı yuvarlak yanakların arasındaki minik dudakları büzer, gözlerini kedi gibi gözlerime dikerse ben ne yapacağım?

...

Galiba bu durumla da başa çıkmanın bir yolunu bulursam analıkta bir seviye daha atlayacağım! 


17 Haziran 2017 Cumartesi

En iyi baba!

Özel gün kutlaması deyince aklıma yalnızca doğum günü ve yıl dönümü gelir, sadece bu ikisi kutlanmaya değer gibi hissederim... Yine de söz konusu anneler günü olunca içim rahat etmez, annemi, anneannemi ve süt annemi ararım, seslerindeki sevinç hoşuma gider... Yavru doğduğundan beri 2 anneler günü geçirdim. İlkinde daha kırkı(mız) çıkmamıştı. Arayanlara sevinmiştim evet, çok arayan olmuştu ilk anneler günüm sebebiyle, ama henüz lohusanın dibiydim! Yerçekimsiz ortamda yürüyor gibiydim, yavru da ben de ağlamakla meşgul haldeydik üstelik. Kocamın yaptığı jeste de yarım bir teşekkür edip ağlamıştım, o kadar.

Bir ay sonra da babalar günü var ama ben hala aynı moddayım. İçimden bir yere kıvrılıp kıpırdamadan yatmak geliyor. Mümkünse yavru da yanımda yatsın hiç kıpırdamayalım... Neyse, hala anneliği anlayamamış halimle ben, kocamın babalar gününü kuru bir tebrikle geçiştirdim. Sonra akşama doğru üzgün yüzünü ve " Ben de baba oldum niye kimse ilgilenmiyor... Benim de çocuğum oldu sonuçta" şeklindeki sitemini duydum ama işin açığı bir anlam veremedim. İçimden bir insan çıkarmıştım ve darmadağın hissediyordum bu adam ne diyordu...

Aylar geçtikçe bu günü her düşündüğümde üzüldüm. Şimdi onu anlıyorum. Yavrusunu seven ve baba olmaktan gerçek bir heyecan duyan erkek de tebrik edilmek, " görülmek" istiyor. Neden istemesin ki? Hele ki sürecin başından sonuna "orada" olan bir babaysa...

Bu yüzden, "bizim için yaptığın herşeyin farkındayım" demek için yazıyorum. O düşüncesiz ilk babalar günü tebriğime inat, buradan yazıyorum ki sen de bilesin, kimseden çekinecek degilim, hatta aksine keşke daha çok kişi okusa senin için düşündüklerimi. Umarım okuyunca mutlu olursun...


Sevgilim... Sen harika bir babasın. 

Daha oğlumuz karnımdayken bile bize çok iyi baktın. Hem en sağlıklı şeyleri yemem için bana yemekler pişirdin hem de dinlenmem için elinden geleni yaptın. Hamileyken bir kez bile banyo temizlememe izin vermedin mesela. Bizi tüm zararlı şeylerden korudun.

Oğlumuz karnımda çılgınca tekmeler savururken ve ben de koca göbeğimle kıpırdayamaz haldeyken en ufak seslenmemde hemen uyandın ve beni kontrol ettin. Terden pijamalarım bile ıslanırdı bazen, kaç kez üstümü değiştirdin gecenin bir yarısı bilmem. Ben uyuyamadıysam sen de uyumadın.

Hastanede daha ayağa kalkamadığım günlerde gelip oğlumuzun bezini değiştirdin... İyi görünüyorsun, iyi durumdasın diye bana hep moral verdin.

Eve geldiğimiz gün banyo yapacak halim bile yoktu, beni bir çocuk gibi yıkadın ve giydirdin.

Doğumdan sonra hala kocaman bir karnım olduğunu gördüğüm zaman şok olmuştum. Eve gelip de ilk misafirimizi ağırlarken giyecek birşey bulamamıştım. Ben "çok çirkinim" diye ağlarken bana sarılman ve çok güzelsin demen bana çok iyi gelmişti. 

Gece emmek için uyandığı ilk zamanlar ben henüz yataktan kalkamazken hem beni kaldırdın hem de oğlumuzu kucağıma verdin. Evde kaldığımız ilk gece her emzirmede benimle birlikte uyumadan bekledin...

İçimde fırtınalar koptuğunu anladın ve beni hep anlayışla karşıladın o dönemlerde. Sadece ağlamak, bağırmak ya da bir yerlere saklanmak istiyordum. Uykularımdan çığlıklar atarak kalktığım oluyordu, sen o dönemde en büyük desteğimdin.

Anneliği beceremediğimi düşündüğüm her an bana tersini söyledin. Belki bazı şeyleri eksik ya da yanlış yaptım ama sen hep benim tarafımda oldun. Bu  tavrın, kendime güvenmek ve inanmak için inanılmaz bir destek oldu.

Oğlumuzla her zaman çok güzel ilgilendin. Asla sorumluluktan kaçmadın. Oğlumuz senin gelmeni iple çeker oldu akşamları. Senin ilgin sayesinde yanında her zaman neşeli ve mutlu bir bebek haline dönüştü.

Benden ne yemek bekledin ne de evdeki eski düzeni. Hafta sonları bir kaç çeşit yemek pişirip hazır etmeye çalıştın hafta içi yememiz için. O hafta bir şey hazırlayamadıysan bile mutlaka köfte yapıp buzluğa attın, öğle yemeğinde yiyeyim de aç kalmayayım diye. Bunu kaç kişi düşünür ki...

Herşey üstüme geliyor gibi hissettiğim zamanlarda senin yanımda olduğunu düşünmek bana kendimi güçlü hissettirdi.

Şu son bir yıldır seninle eskisi gibi ilgilenemedim, bazen huysuzluk ettim, bazen de kendi içimde kayboldum, biliyorum... Ama seni çok seviyorum! Sana sevgim daha büyük, daha derin, daha başka bir şeye dönüştü. İyi ki varsın sevgilim. Sen gördüğüm en iyi babasın. Babalar günün kutlu olsun. 

7 Haziran 2017 Çarşamba

Sade(ce) kafa temizliği

Kafamın içinde arı kovanı varmış gibi oluyor bazen. Ev üstüme geliyor; sanki mutfak fayanslarına yapışmış yiyecekler (acaba yiyecekler birinin küçük midesi yerine neden yerlerde?) bataklık oluyor, ütülenecekler dağ olup üstüme devriliyor, çekmecelerin içleri bubi tuzağına dönüşüyor falan... Bir ara sürekli yavruya yemek hazırla, yedirmeye çalış ama mutfağı toplayamadan çık, 2 tam, 2 ara öğün artığı ortadayken akşam yemeği faslı başlasın... şeklinde ilerliyorduk ve sonunda bir akşam kendimi "ben mutfak toplamak istemiyorum yaaaa" diye haykırarak ağlarken buldum. Kocam zavallı mutfak toplamadığı için değil, o işten gelmiş yavruyla biraz zaman geçirsin hem de mutfaktan uzak tutsun diye odaya ben yollamıştım halbuki...


Neyse işte, böyle böyle delirmeler baş gösterince çareyi eşya ayıklamakta buldum. Her köşe bucağı peyderpey elden geçirdim evin yarısını attım ya da ihtiyacı olanlara dağıttım. Sadeleşmekle ilgili türlü şeyler okudum. Yok olmadı ferahlamadım. 

Geçen hafta "Basit ve Mutlu Yaşam" kitabını okudum. İstediğim şeyi yine bulamadım. İçinde tavsiye ettiği sorumluluk bölüşme, fazla eşyalardan kurtulma, yapılacakları not alma ve günce tutma gibi önerilerin hemen hepsini zaten yaptım, yapıyorum. Tek yap(a)madığım ve belki en önemli kısım kendini mutlu edecek şeylere daha fazla zaman ayırmak. O da yavru küçükken, uyumuyorken ve yalnızken zor be güzelim. Ben o hakkımı annemler ziyarete gelip de yavruyu devralınca kullanabiliyorum :) Bunun bendeki çözümü anneannenin gelmesi, zaten somut bir öneri göremedim ben bunun için. Şaka bir yana, kitap bende çocuklar büyüyünce bir parça daha rahatlıyorsun hissinden başka bir şey oluşturmadı...

Bir de yaz gelmeden önce kapsül gardrop olayına merak saldım ama daha önce bahsettiğim sıfır eksi bir beden olma sorunu yüzünden istediğim parçaları asla alamayacağımı bildiğimden ve zaten işe dönmeden önce evden uzaklaştığım tek mesafe; park, market ve piknik yeri üçgeni olduğundan o hevesten de şimdilik vazgeçtim.

Döndüm dolaştım, yine; insanın kafası rahat olacak arkadaş (bknz çok söylenen hiç yapılmayan özlü sözler rehberi) noktasına geri geldim. Bu çok genel gibi görünen ama daimi huzur ve genişlik halini kazanmayı işaret eden laftan yola çıkarak, rahatlamak için daha fazla okumaya karar verdim. 


Yaa, aslında bir terapi ne güzel olurdu diye düşünüyorum bu aralar. Zaten memleketin durumu bile hepimizi terapilik (yeni kelime!) hale getirmişken, bir de üstüne çocuk sahibi olmuş; korkuları, takıntıları ve kaygıları hortlamış, aynı zamanda bir gülüşle sarhoş olma, kendini süper kahraman gibi hissetme, olsun yaa herşey geçer deme olgunluğunu bir anda yaşamış anne kişileri olarak bence terapi gerekli. 

Okumalarım beni bir yere götürmezse gerçekten bunu da düşüneceğim; grip olmadan zencefille hastalık atlatma olayı misali, kafayı kırmadan  içini derleyip toplamak ve bünyeyi kuvvetlendirmek için...

4 Haziran 2017 Pazar

İşe dönüş

Son bir iki aydır aklımda dönüp duran 3 konuyla ilgili yazmak ve bu sayede daha iyi düşünmek istiyordum bu aralar.  Gündemin başında işe geri dönüş var tabii, bir de sadeleşmek ve sağlıklı beslenme. Kafamda bu üçünün çorba olması bir tarafa, ne zaman düşünmeye ya da yazmaya kalksam uzun bir sızlanma listesine dönüşüyor sanki konular. Geçen yazmaya başladım, sadece işe dönme konusu bir roman boyutuna ulaştı; hem de oy ben çok üzgünüm ne halt edeceğim bilmiyorum demekten öteye gitmeyen bir roman... Bilmem kaçıncı kere sildikten sonra yeniden başlıyorum.

Yine de şu genel soruların kafamda tepinip durmasını olağan:

*Acaba yavru nasıl bir süreç geçirerek alışacak,
*biraz daha beklesem mi yoksa çoktan başlamam mı gerekirdi,
*hala geceleri uyanıyor zombi gibi mi olacağım iş yerinde,
*yavru bir öğün emmese hemen tıkanan süt kanallarım ve ben sabah 8 aksam 7 arası ne halt edeceğiz...


Evet bu sorular makul ama cevabını vermem mümkün değil. Her zamanki gibi yavruya günler öncesinden anlatacağım işe gideceğimi, sabahları babasını yolladığımızda olduğu gibi; baybay öpücük tekrar baybay, akşam olunca iş bitecek eve geleceğiz siz şimdi kapıyı kilitleyin anneanneyle deyip çıkmayı düşünüyorum. Ne kadar yerse bakalım... Gece uyanmaları da sanki artacak; gün içinde emmediği ve özlediği için. Galiba en az 2 yaşa kadar (kendisi bırakmadıkça o zamana kadar emsin istiyorum çünkü) bu durumu kabullenmem ve yavru beni şaşırtacak olursa da havalara uçmam daha iyi olacak. Meme sorunsalını yumuşatmak için de şu iki ayda gündüz emmesini azaltmam gerek biliyorum. Fakat sütlü kahve niyetine yemekten sonra, sakinleştirici niyetine uykudan önce ve her neden rahatsız olursa sığınmak için, "meeemeeee" diye üstüme atlayan yavruyla baş edecek ruhsal gücü henüz bulamadım.  Zaten bu ara her zorlandığı an soluğu memede alması beni üzer oldu. Hiç bir şey için değilse bile, meme olmadan sakinleşmeyi öğrenmesi için bu konuya el atmam şart. İnşallah tez zamanda diyeyim...

Tüm analar için aşağı yukarı geçerli bu konular dışında bir de büyük şehir kaynaklı zaman sorunumuz var. Ankara buzulunda çalışma saatleri sabah 09.00 akşam 18.00. Trafik ve servis olayları yüzünden evden çıkış sabah 08.15 eve dönüş 19.00 civarı oluyor. Bu yavru akşam 21.00'de uyuyor üstelik bu da yaz saati uygulaması, kışın belki daha erken yatacak... Bize kalan bu 2 saat içinde ben ne yapayım? Yemek, bulaşık, oyun, yavrunun banyosu vs.? Zaten sabah 05.00'ten itibaren çalar saat gibi ciyaklayan, kendi uyusa da beni uyutmayan bir yavru olunca benim yatış en geç 22.30 oluyor. Eeeee? Hani benim hayatım? Bu kısmı, annemler bizde olacak, yemeği birlikte yer sonra yardımlaşırız, sonra da onlar evlerine geçer, biz de kocayla birlikte yavruya konsantre oluruz falan diye düşünerek hafifletmeye çalışıyorum. Hadi bu fasılı böyle geçmiş olsun. Ama ben hafta sonumu evle uğraşarak geçirmek istemediğime eminim! Tabii yavru yattıktan sonra akşamlarımı da...

Çünkü tam 14 aydır ne uykumu tam alabildim, ne evi tam derli toplu tutabildim, ne adam gibi kendime zaman ayırabildim ne de kocamla bugün şöyle yoruldum demek dışında iki laf edebildim. Arada sırada sevdiğimiz filmleri izlemek ve annemler Ankara'ya geldikçe azıcık dışarı çıkabilmek dışında bir şey yapamadık. Bunu biraz olsun değiştirmek istiyorum. Hafta sonlarımız baba oğul oynarken benim terapi niyetine ev temizlemem, birlikte market pazar alışverişi  yapmamız ve hafta içi yiyeceğimiz yemekleri yavru uyurken el birliğiyle pişirmemizden ibaret geçti. Bu kadar.


Hafta sonu temizlik işlerine bir nebze çözüm olsun diye düzenli temizlikçi bulayım diyorum ama yok. Bu eve taşınalı 2 sene oldu, yok! Bu memlekette iyi ve düzenli bir yardımcı bulmak münasip bir kısmet bulmaktan daha zor. "Bütün iyi erkekler evli" olayı misali, tüm düzenli temizlikçiler kapılmış, programları dolu. Eş dost aracılığı ile bir kere gelen bir daha gelmiyor. Çok pasaklıyım da ondan mı acaba diye düşünüyorum artık!

Evde durdukça sanki herşey çok dağınık ve pismiş gibi gelmeye başladı gözüme, ben de kendimi eşya ayıklamaya verdim. Sadeleşmekle ilgili bir sürü şey okudum ama aradığımı bulamadım. Sonbahardan bu yana, kıyafetlerden mutfak dolaplarına, takılardan çoraplara, garanti belgelerinden kablolara kadar her şeyi ayıkladım. Ama hala ev çingene çadırıymış gibi geliyor. Ayol dolaplar kuşa döndü, üstüme ikinci yedek eşofmanım yok, yine de ferahlamış hissetmiyorum. Çünkü kafamın içindeki tantana bitmiyor. Tamam, yavru daha küçük ve üstelik aşırı hareketli bir model, onun etrafında koşarken öğle yemeği tabaklarımızı makineye yerleştirmem akşamı buluyor mesela... Ama sırf mutfak dağınık diye ev insanın üstüne gelir mi ???

.......

İşte tam bunları yazarken Güneş'in muhteşem yazısını okudum ve aydınlandım.

Çalışan anne mi yoksa çalışmayan mı daha yorgun diye sormuş ve cevaplamış. Aynen söylediği gibi; arka planda anne olma sorumluluğu ve giderek artan yorgunlukla, üstelik hayat şartlarım; aileden ve herkesten uzakta, sevmediğim bir şehirde tek başına çocuk büyütmek şeklinde tezahür ederken, çalışmayan anne olarak da çok yoruluyor olmam normal... Çünkü kaos kafamın içinde. 

Kendimi bu yüzden şimdi biraz daha anlayışla karşılıyorum. İşe geri döndüğüm zaman olacaklarla ilgili endişelerim de normal, çünkü gerçek şu ki işe bayılarak gitmeyeceğim, işimde çok mutlu değilim, fakat yine de çalışmamak benim doğama ters ve evde kaldıkça daha çok bunalacağım ortada. Eh, madem durum bu, ben de yeni bir düzen tutturmaya ve elimdeki artılara odaklanmaya bakacağım. Annem ve babamın yavruya bakmak için bir süre Ankara'ya yerleşecek olmalarına mesela... Kocamın her zamanki gibi hep destek, tam destek diyerek yanımda olacağına, hatta artık öğle araları buluşup bir yemek yeme şansımız olacağı için şuan olduğundan daha çok vakit geçirebileceğimize! Bunun gibi küçüklü büyüklü şeylere bakacağım. Arka planda yavru ne yedi, nasıl uyudu, bugün ne öğrendi, acaba yine çok terledi de gıdısının altı kızardı mı gibi şeyleri düşünmeye el mahkum devam edeceğim, ben anneyim.

Evet, konu aklımdakinden başka bir yere gitti yine, ama iyi ki öyle oldu. Günlerdir yazıp sildiğim şeyler belki de Güneş'in yazısı ile birlikte bana biraz nefes aldırır hale geldi. Yazmak için oturduklarımdan uzaklaşıp farklı bir boyutta düşünmüş oldum. Sadeleşmek ve sağlıklı beslenme konuları da şimdilik eksik kalsın.

Neyse, bak bir daha söylüyorum kendime; ben anneyim, bitmeyecek yorgunluğum, tıpkı sevgim gibi, geri kalanını bir şekilde halledeceğim. 



Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...