28 Eylül 2018 Cuma

Koşturmaca değil gayret gerek...

İnsanın etrafında gayreti bol kişiler olması çok büyük bir şans bence. Her şeyin üstesinden geldiği yetmezmiş gibi, yaptığı her işi keyifle yapan, o işi yaparken mutlu olunacak ve hatta hayran kalınacak detaylar bulan insanlar… “Her şeye yetişmek”le farkı bu zaten; hayatı iştahla yaşadığını belli eder bir hal tavır içerisinde olmaktan bahsediyorum ben gayretli insanı tanımlarken. Ev işinden, yemek hazırlamaktan, hasta olup koltukta uyuyakalmaktan, hepimiz gibi dalgınlıkla yaptığı yanlışlıklardan, spordan, bahçe işleriyle uğraşmaktan, bazı şeyleri bir türlü becerememekten hiç gocunmayan, aksine bunları da tadını çıkarılacak anlara dönüştüren insanlar… Ah ne güzel!
Her işe Süpermen gibi koşturan kadın –ve hadi ayıp olmasın erkeklerle- dolu etrafım. Annem, ben, yakın arkadaşlarım. Ama işte bak koşturmak kısmı var ya, işin tüm tadını kaçırıyor…
Hadi kendimden örnek vererek açıklayayım; evi düzenli tutmak, yavruyla tüm dikkat ve ilgimi toplayarak oynamaya çalışmak, sağlıklı yemekler bulmak ve hazırlamak için didinmek, iş yerinde her görevi layıkıyla yapıp teslim etmek, listeler hazırlayarak yapılacakları, ihtiyaçları, işleri kovalamak, doktora tezim için zaman yaratmaya uğraşmak, her boş bulduğum anda yeni bir konuyla ilgili bilimsel makaleler okumaya çalışmak… gibi bir sürü şey yapıyorum. Bunlar gayret midir? Evet belki, kısmen.
Hayatı gayret içinde yaşayan insanda birçok iş yapmanın dışında bir şeyler var. Babamın teyzesinin eşi vardı, rahmetlinin gür sesi, çember sakalı ve her olumsuzluğa “olsun yahu, olsun!” deyişi sık sık aklıma gelir. 70 yaşını geçmişken hiç ama hiç dinlenmeksizin çalışması, işi yoksa bile bir iş bulması, toprakla uğraşmaktan aldığı keyif, ayak üstü ve insanı sıkmadan anlattığı kıssadan hisse hikâyeler… Hep gördüğümüz “hoca” tayfasının dışında sergilediği o yaşama aşkı. Sürekli diğer dünyayı anarken bu kadar “burada” olması…
Bunun bir diğer örneği de dedem. Sürekli gülen yüzü, yolda yürürken şapkasını sık sık çıkararak gelen geçeni -tanısın tanımasın fark etmez-selamlaması, 7 yaşından beri çiftçilik yapan kendisi değilmişçesine bahçe işleriyle uğraşırken gördüğü bir böceğe hayretle sevinmesi, hızlı yağan yağmuru, açan güneşi, daldaki kayısıyı, neşeli bir insanı anlatırken heyecanla cümlenin başına “Aman yarabbi! Aman yarabbi!” ünlemini ekleyivermesi… Yaşlı genç herkesle oturup muhabbet etmesi, yaz kış ayırt etmeksizin sabah namazı dâhil bütün namazlar için camiye koşarken, günde en az 3 kere de haberleri izlemeyi ihmal etmemesi. Sofra kurulurken “dede gibi” köşede oturup hizmet beklemek yerine, “en azından ekmekleri götüreyim” deyip bir işin ucundan tutması, kimseden bir şey istemeden kendi işini halletmesi…
Bakınca ortak noktaları o gayretin içini maneviyatla da doldurabilmeleri değil mi… Aslında zor, çok zor hayatları olmuş. Ama hiç şikâyet yok, çalışma, tevekkül ve bir teslim olma var. Teslim oldum diye de bu dünyayı bırakma yok! Gayret var!
İster Yaratana, ister kozmik güce evrene, istersen başka bir şeye de… Hissedilen o bağ sayesinde her an hayret ve gayret içinde olmak. Ahh nasıl, nasıl, nasıl özeniyorum anlatamam!
Bazen bütün çabalarımız kuru gürültü gibi geliyor onları düşününce.
Hayatı daha dolu yaşamak ve hissetmek için bütün reçete arayışlarımız komik geliyor.
Neresi eksik diye sık sık düşünüyorum hissettiğim tatmin yaşadığım yorgunlukla örtüşmeyince… Galiba olaya biraz da buradan bakmak gerekiyor. En azından benim içimden böyle geliyor.

18 Eylül 2018 Salı

Bi ... (yavru?) yaptım, hayatım değişti!

Değişmeyeceğini sanmıştım biliyo musun?
Hayatta düştüğün en büyük yanılsama ne deseler cevabım bu olurdu. “Yok beee çok da şey olmayacak…” derdim kesin yavru gelmeden ve ben orman kanunlarıyla tanışmadan önce…



Tam da şöyle salak havalarda söylerdim üstelik...
İronik olansa; ben hiçbir zaman çocuk aşığı olmadım, bu sorumluluktan son ana kadar kaçtım ve kendimi bildiğim için “niye olmasın” diye düşünür düşünmez harekete geçtim. Gerçekten o hissi kaybetsem tamamen vazgeçebilirdim. Neyse, çocuğun hayatımı değiştireceğini bu kadar bilir ve bundan bu kadar korkarken YİNE DE bir yanım “halledeceğime” inanmıştı. Yani bir hayat ne kadar değişebilirdi!
Sonuçta BEN yetiştirecektim. O da bir birey tabii, hıhııı (ama 18 yaşında falanken), ama bebekken çok da “şey” (ney?!) olmazdı. Uykusuzluk falan oluyormuş ilk zamanlar ama katır yüküyle kitap okuduğum için uyku olayını ÇÖZERİM ( 2,5 yaştan bildiriyorum; dün gece tam 5 kez uyandı), üstelik kocam da YARDIMCI OLUR uyku konusunda (olmadı)… diye uzayan iç konuşmalarım vardı.
Çocuğu olan herkes mutlu görünüyordu, nadiren şikâyet ettikleri oluyor ama sen de yap mutlaka diye ısrar ediyorlardı. Herhalde bir bildikleri vardı. YAŞ geçiyordu ve kocam çocuk çocuk diye DELİ oluyordu. Israrla halledeceğimizi (sanki sadece zor bir proje ödevi seçip teslim etmekten bahsediyoruz) söylüyor, aşırı eğleneceğimizi iddia ediyor (akşamları boğuşarak oynamak ve kudurmak bu klasmana giriyorsa itirazım yok) ve bıyıklarından beklenmeyecek kadar PEMBİK hayaller kuruyordu.
Şimdi bu yazdıklarımı çürütmeye çalışmayacağım, bu konuyu ele alma nedenim başka. Kız kardeşim de artık bir yavru istiyor. Bu konuyu benimle paylaştığından beri sevinçten aklımı kaçırabilirim, daha ortada –gerçek anlamıyla- fol yok yumurta yokken hem de... (Davulun sesi hoş gelir dedikleri bu mu cidden?)! Hemen gidip organik pamuk tulum/zıbın reyonlarını boşaltmak, battaniye falan örmek (zincir bile çekemem) ve herkese bunu ilan etmek (yaşasın anonim blogculuk oynamak!) istiyorum.
Kardeşimse mide bulantısından, hamilelik sürecinden, doktorla uğraşmaktan falan korkuyor. Ahhh canııım, ne masum di mi?! Kafaya taktığı şeylere bak.
Kendisine böylece söyledim, “abla manyak mısın sen ne biçim ablasın?” dedi.
Valla şu an tam da “keşke benim de olsaydı” diyeceğim türden bir ablayım.
Ona şunu yazdım; hayatının sonsuza dek değişeceği fikrini düşün, bunu kabullenebilirsen ve hala cesaretini koruyorsan bu işe gir. Bunu idrakten sonra, bir de teslim olursan akışa, işte o zaman tadından yenmiyor. Ben yazınca güldü ama bu iş; imdb 9.8’lik korku filmi gibi bir şey, aşk kısmı ise 100 ayarında.
Haa tabii herkes aşk filmine bayılmak zorunda değil. Bu yüzden bilinçli bir tercih olarak çocuk yapmayan insanlara hayranım. Bu derece büyük bir karar alabildikleri ve kendilerini çok iyi tanıdıkları için.
İçinde bulunduğum hale baksana; bazen kendimce bilim kurgu gerektiren senaryolar yazıyorum: “Çocuklu hayatı gördün, bir şans daha verseler yine çocuk sahibi olur muydun?” “-Evet”.  “Yaa sen şimdi oğlanı tanıdığın için böyle diyorsun, o şansı verince her şey sıfırlanacak, zamanda bu olaylar silinecek, yaşananlar yaşanmamış olacak, onu hiç bilmeyeceksin. Yine soruyorum bak, çocuk ister miydin?” “-Evet”.
Gördüğünüz üzere bu tip bir manyaklık ortaya çıkıyor bir kez analık mevzuuna bulaşınca. Belki bu yüzden bu kadar güzel zaten. Zor ve güzel. Çok zor ve çok güzel. Aşırı zorlayıcı ve aşırı büyüleyici. Katsayılar olumsuz yönde artıyor bazen ama sevgi de yerinde saymıyor! Sevgi arttıkça sabır da otomatik yükleniyor.
Tarif etmesi güç. Çünkü “işte öyle bir şey” bu… Neden nasıl bilinmiyor.

12 Eylül 2018 Çarşamba

Pasif -agresif-uyuz edici

Bir pasif agresifle nasıl baş edersiniz?
Edemezsiniz dostlar edemezsiniz!
Böyle biriyle yaşıyorsanız engin psikoloji okumalarına gerek yok, bu iki kelimeyi ayrı ayrı bilmek bile bu tanımı yapmak için yeterli.
Pasif agresif insan şu şekil bir şey:

Asla tam anlamıyla mutlu edemezsiniz. Her şeyi tam yapsanız bile gider başka bir noktaya takılır ya da alınganlık gösterir.

Yanlışlıkla kırdıysanız asla tamir edemezsiniz. Resmen beklemistir kırmanızı, hatta yerini yapmıştır. Siz son hareketi yaptıktan sonra dilediği gibi küsmek ve trip atmakta serbesttir artık.

O bir kurbandır kendine acır içten içe, dıştan dışa ve durmaksızın!

Aklında gerçekten ne olduğunu asla doğrudan söylemediği için istediği şeyler çoğu zaman tam gerçekleşmez. Bu kez yine batar kurban rolünün içine. Halbuki net olmayı bir denese, ne kimse zihin okumaya çalışmak zorunda kalacak ne de o dolaylamaların dolaymalası ile istediklerini elde etmeye mecbur olacak...

Sürekli bir bastırma içinde olduğundan duygularının ne zaman ve nasıl irtaya çıkacağını, daha dogrusu hangi alakasız şeyde infilak ederek kendini ve sizi zorda bırakacağını bilemezsiniz...

Şimdi bunlar ve yazmayı içimin kaldırmadığı daha fazlası bir yakınınızda, çok yakınınızda varsa, mesela annenizde!... Geçmiş olsun.

Vicdan azabı ile öfke arasında mekik  dokumalar sizin işiniz, anlıyorum.

Mesela bunları yazarken bile üzülüyorum, o kadar desteği ve sevgisine karşılık bunları yazdım diye kendimi çok kötü hissediyorum. Bir yandan da aslında herkeste bunlardan bir parça olduğunu, bazı insanların biraz daha "böyle" olduğunu bilmek, tüm bu yazıyı öfke ile yazdığım için abarttığımın farkında olmak beni biraz rahatlatıyor.

Ha, bunu yüzüne söylüyor musun derseniz, hem de nasıl söylüyorum! İnsanı sadece kaşınla gözünle sinir krizine sokarsın sen diyorum mesela. Net olmamanın en çok kendine zarar verdiğini bıkmadan anlatıyorum. Net olmakla biriktirdiklerini bir anda patlamanın aynı şey olmadığını da söylüyorum...

Aslında içten içe en çok ona üzülüyorum.

Tatilden dönerken yavru hasta oldu (Eylülde her gün yazalım meydan okuması da böylece benim için yalan oldu). Çocuk el ayak ağız zıkkımına yakalanmış... Böyle şeyler kapmasın diye bir kez havuza sokmadığım hep denize götürdüğüm yavru bu... Neyse, yavrum ateşli, boğazım acıyor, ayaklarım kaşınıyor diye bağıra bağıra ağlıyor gece gündüz, uyumuyor, yemiyor ve hepsinden kötüsü bir damla su bile içmek istemiyor. Kucağımda "annneeee, annneeeee" diyerek dakikalarca ağlarken zaten aklımı kaçıracak oluyorum.

Gece bizde kalıp sabaha kadar yardımcı oldu, yavruyu salladı, sakinleştirdi, yemek yaptı, evi topladı. Bu kısım için nasıl şanslı ve minnettar hissediyorum anlatamam.

Bir yandan da tuhaf hareketler. Şu cinnetin içinde insanı uyuz etmeler. Alt yazısı sonra patladı. Çocuğa ilaç vermiyormuşum, biraz daha fazla içirseymişim şurubu, biz çok biliyormuşuz... Yahu çocuğu 2 farklı doktora götürdüm. Onlar ne diyorsa onu yapıyorum. Tedavisi falan yok bunu çekeceksiniz dediler. Şurup dediğim de kaşıntı için verilen bir şey. Uyku yapar demişti doktoru tabii ki benim uykusuz baykuş oğlumu sersemletmedi bile. Ben neye dayanarak ilaç dozu arttırayım. Çocuğa bakamıyorsunuz ayarı vermek nedir yahu?

Tatilde de bir sürü gerildik... Onları yazmaya takatim yok şu an. 3 gecedir toplasak 8 saat uyumadım.

Garip bir şekilde, ha bire uyanıyor diye dizimde salladığım ve yerine koyamadığım yavru üstümde, şu an bunları içimden dökmek istedim.


6 Eylül 2018 Perşembe

Çocuklu eylül tatili

Dün kardeşim beşyüzmilyonuncu "foto yollasanıza yeeaaa!" tacizinden sonra ( tabii ki foto dediği şeylerin hepsi yavruya ait, bizim olduğumuz bir kare görmek istediği falan yok) internet kotamı aşan gönderilerimden memnun olacak ki, "ee siz ne yapıyorsunuz? Çocuklu tatil nasıl?" diye sordu.

Niyeyse şaşırdım bir an. Aynı anda da bu soruya şaşırdığım için çok mutlu oldum. Hala geceleri uyanıp beni zombi gibi gezdirse de yavruyla birlikte tatile çıkmıştım ve hiç de şikayetçi değildim!

Doğduğu sene yaz tatili zamanlarinda 3-4 aylıktı ve değil tatil yapmak evden bile çıkamıyordum. Çünkü gündüz meme emmeyi reddeden ve açlıktan ağlayan, uyumayan, uyumadıkça delilenen bir yavru ve ne kadar berbat bir ruh halinde olduğunun tam farkında bile olmayan bir anne ikilisiydik biz.

Geçen yıl bahar sonunda herşey dahil kısa bir tatil yapmıştık ve ikincisine cesaret edememiştim. Her şey bir yana uçakla hemen varılan o yoldan sonra, oto koltuğunda 15 dakika bile oturtamadığımız çocukla yola çıkmak gözümde büyümüştü.

Bu yaz, evet 9 saat yolculuk biraz korkutucu gelmedi değil ama, her şey kendiliğinden oldu,uzun uzadıya düşünmedim bile tatil konusunda. Üstelik çok da keyif alıyorum. Şurada 10 dakika güneşleneyim dediğimde ya üstünden sular akarak "anneeeaaasiii hadi gelsene denizeee" diye üstüme atlıyor ya da tüm kumu yeni kremlediğim bacaklarıma ve karnıma sanat eseri yapmak için kullanıyor ama olsun. Beklentim 10 dakikacık olunca sorun olmuyor sanırım. Belki de beklentim sadece "birlikte" mutlu olmak olduğu için sahili boydan boya 3. kere koşarken hala gülüyorum...

Bu aralar hayır demeyi azalttı derken, kollarını çarpraz yapıp olmaaazzzz demeye başlayan ve bu da yetmemiş gibi her cümlesinin başına "off yaaa" ekleyerek herkesi dönüp bize bakmaya mecbur bırakan yavrumla gayet uyumluyum.

Kardeşime, "biliyorsun oğlan eziyetli bir çocuk değil, kendine has uyuzluklarını da idare ediyoruz o yüzden tatil güzel" diye özetledim. Hayalimdeki annesin yazmış, eh biraz da gururluyum.

Sonuç olarak çocuklu tatil güzel.
Yavrunun büyümesi mucizevi bir şey gibi beni büyülüyor.
Haa ama yine de, tatil ya da değil, hala gece deliksiz uyuyacağım günleri bekliyorum.

4 Eylül 2018 Salı

Eylül durmuyordu...

Sağdan soldan geliyorsun eylül ama hadi hayırlısı...

Bugün tatile doğru yola çıktık erkenden. Kervanla yola çıkıyor gibi hazırladığımız eşyaları taşırken koca belini fena incitti... Yolu yarıladık yavru yine oto koltuğunda kendini parçalıyor. Tam yana çekeceğiz kaldırdım aldım ki üstüme resmen kova dolusu kustu. Korkmasın diye hiç kıpırdamadan bekledim, donuma kadar battım hiç mesele değil de, boğazım acıyor beni kucağına al diye ağlayan yavruya inanmadım diye vicdanım kavruldu. Meğer asit boğazını yaktıkça öyle diyormuş anladım...

Neyse ki sağ salim vardık, şimdi ikisi de cok daha iyi şükürler olsun.

Önceden bu durumlarda, "neye çok heveslensem böyle oluyor!" diye deli olurdum. Son zamanlarda başka düşünmeye gayret ediyorum, her şeyin sebebi var, çok daha eminim. Belki bir gün tüm hayal kırıklıklarından arınmak da nasip olur...

Velhasıl, sağdan, soldan, ortadan... Nereden gelirse gelsin, her şeyin geldigi yeri hatırlamak önemli. Başarabilirim inşallah...

3 Eylül 2018 Pazartesi

Eylül...

Anneannem düşmüş dün, bileği çatlamış. Akşama doğru "ördekli parkta" aylak aylak dolaşırken kardeşimden gelen telefonla öğrendik. Annem panikledi, epey morali bozuldu. Benim ilk tepkim ohhh çok şükür kalça kırığı değil diye düşünmek oldu.

Bir yerde okumuştum yaşlılar düştükleri için kalça kırığı oluşmuyor, tam tersine kemikleri o kadar zayıflıyor ki bir hareketle o kemik kırılıyor ve yere düşüyorlar diyordu... Bilimselliği sorgulanır bu bilgi beni hep, kalça kırığı sonrası ayağa kalk(a)maz olan ve hayata küsüp yavaş yavaş buraları terk eden yaşlıların durumunu hatırlattığı için ürkütmüştü... İşte bu yüzden "bileğinde" dediler diye rahatladım.

Sonra da utandım biliyor musun?

Uzattığım tırnaklarımı ojesiz görürse beğenmeyen, düğünde bayramda şöyle iyice bir süslendiğimiz zamanlarda ruju kırmızı sürdünüz mü diye sorup inceleyen, göbeğini hoplatarak gülen, daha 24 yaşındaki yavrusunu toprağa verdiği halde hep Allah büyük diyen ve üzüntüsü ile dünya telaşını dengelemeyi başaran, çocukluğumun sığınılacak limanı, azmine ve sakinliğine hayran olduğum anneannem gidecek diye korktum, varsın kolu kırılsın diyebildim bu korkuyla...

Bencillik mi, çok sevgi mi bilmiyorum ama yürekten irkildim.

Eylül yazılarının ilki de bu sızılı yazı oldu...


Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...