16 Ocak 2019 Çarşamba

Ortaya karışık günü

Ocağın yarısına geldik. Eve taşınma işi sonu fos çıkan salak dizilere benzedi. Beklentiyi her yeni haberle yükseltip, sonra fıssss diye söndürüyorlar sanki. Oturduğumuz evi tutmak istiyorlar diye gelen 4. kiracıya Şubat 15 gibi çıkacağız demiştik, o zaman haberler o yöndeydi. Ankara’da zırt pırt kar yağdığını ve bizim evlerden ses olmadığını düşünürsek İglo nasıl yapılır videosu falan bulup izlesem iyi olur. 2+1 bize yeter bence, şu şekil bişey de olabilir tabii, neticede yaşasın sadelik;



İş yerinde gıybetin dibine düştük bu ara. Allah affetsin bir sus, iki sus, üçüncüde bi bakıyorsun kürsüden halka seslenir gibi savuruyorsun gitsin. Üstelik öyle pis bir iş ki, ağzını tamamen iyi niyetle ve yardım etmek, bir yanlışı işaret edip doğrusunu göstermek için bile açsan, lafın “…neyse çok konuştuk, dedikodu olmasın” diye bitmesine engel olamayabiliyorsun. Valla gidişat iyi değil. Bir mıntıka temizliği lazım bana.
Bundan da giyersem tam olacak sanki...


Bu aralar yavru da hafiften isyanlarda. Öyle bağırmalı çağırmalı da değil, alttan alttan bi dümen hazırlıyor gibi, sanki biriktiriyor da çok pis patlayacak… Havalar bir anda aşırı soğudu, evden çıkamaz ya da yarım saatten fazla dışarıda kalamaz oldular. Biz akşamın köründe eve varıyoruz, kapıda yakamıza yapıştığı gibi suyumuzu çıkarırcasına ilgi, alaka, oyun istiyor. Bunda sorun yok, samimi bir şekilde anlıyorum. Arada bir gözlerimi gözlerime dikip sonra da “ben gidiyorum!” diyerek odadan çıkıp gittiğinde anlamıyorum ama… Zorlukla çalışmaya ikna ettiğim beynim ve açık tutmaya çalıştığım gözlerimin ardından sisli düşünceler geçiyor. “Neye bozuldu bu şimdi? E neşeli neşeli kitap okuyorduk ya…” Bunları uzun süre düşünür de harekete geçemezsem salon kapsının ardından sesi geliyor;  “Ağlıyorum ben. Bak ağladım!”. Elbette ağladığı falan yok. Gerçek bir ağlama gelince gözlerden pıtır pıtır yuvarlanıveriyor gözyaşları, minik burnu da kızarıveriyor. Ne kadar yorgun da olsam elektrik verilmiş gibi tüm kaslarım canlanıyor. Bak yazarken bile içim bi kavruldu, manyak mıyız neyiz ana kısmısı olarak? Haa bu arada kitap okurken niye delirdiğini de anladım; kitapta karpuz yiyordu kahramanlar, buna bozulmuş. En sevdiği şey karpuz bizimkinin, fakat biliyor ki şimdi karpuz yok, istese de, ağlasa da yok. Aklı ve muhakemesi buna yetiyor, harika. Yine de trip yapmak ihtiyacı duyuyor, bu da harika galiba. Ne biliyim…
Bunu da sevdiğim için koydum. Yakında daha fazla lazım olacak gibi...

Millet domuz gribinden kırılıyor. Geçen sene yavru da geçirmişti, hiç hoş bir hatırası yok bizim açımızdan. Ödüm kopuyor yalan değil. Arkadaşlarım, onların arkadaşları, akrabalar derken baya şehir efsanesi gibi “omuz gribi şöyle çarpmış” konuları konuşur olduk. Bence baya korkunç durum vaziyet. Annem envai çeşit baharatı balla ve limonla karıştırıp yutturuyor bize. Artık savaşmıyorum hatta içerikleri ve tek tek etkileşimlerini falan da araştırmadım. Sabahın köründe çıkan programların birinde doktor anlatmış. “Anne şunları dinleme yaaa!” deyince patoloji uzmanı doktor kuzenine topu atıp, geçen gün Gülçin de bizim grupta paylaştı diyor. Bilemiyorum artık doğru mu... Gülçin ablayı da mı satın aldı baharat lobisi, onu da bilmiyorum.


Hasta olmadan kışı bitirirsek annemin karışımlarının işe yaradığına inanmayı seçeceğim artık mecburen.

11 Ocak 2019 Cuma

Yapamadım. Ne olmuş?

Bugün çok içimi acıtan bir imza attım. Fen bilimleri enstitüsünün doktora kayıt sildirme formuna, kendi isteğimle kaydımın silinmesini arz ederim diyen yerin hemen altına… Bir yandan çok ağırıma gitti, bir yandan da hayal ettiğin o kötü şey olunca garip bir rahatlama duyarsın ya, öyle hissettim.
Daha önce doktora içimde bir yara diye yazmıştım hani… Danışman hocama mı , kendime mi, çalışma şartlarıma mı, hayatın getirdiklerine mi söyleneyim bilememiştim. O dönemde evde oğluma bakıyor ve kökünden değişen hayatımı sindirmekle uğraşıyordum. Sonra işe başladım, danışmanımın yanına gittim, araştırmalar, enstitü ile bir sürü dalaşmalar derken tekrar harekete geçtim. O ayaklanma, harekete geçme hali bana gelince "kendimi affettim" dedim. Bu da bana güç verdi. Derken tez konumu biraz değiştirmek için yeniden çalıştım, uğraştım, hocamla defalarca görüştüm ve 6 aylık emeğim diğer hoca yüzünden çöp oldu. Bu da bende bardağı taşırdı. İyice bunaldım.
Evvelki gün hocamı arayıp konuştum. Artık bu mevcut tez konusunu çalışmak istemediğimi, olayların nerelere vardığını ve diğer danışmanla ilgili düşündüğüm her şeyi söyledim. Garip bir şekilde ilk kez çok destekleyiciydi. Atılmamak için önce kayıt sildirmemi bir sonraki dönem yeniden başvuru yapıp, dersleri saydırıp temiz bir sayfadan başlangıç yapabileceğimizi söyledi.
Tamam dedim!
Dilekçemi bugün yolluyorum.
İçimdeki mükemmeliyetçi aralıksız konuşuyor. Bu sefer onu susturmaya çalışmıyorum, konuşsun, söylediklerinin tamamında haksız değil. Çok çok zordu ama imkansız değildi bitirmek.
Ama… Olmadıysa olmadı! Yapamadım. Ben de başladığım bir işi beceremedim; dış etkenlerin benden kuvvetli olmasının önemi yok, sonuç olarak süresinde teslim edemedim bu tezi. Üzülüyorum evet, üzüntümü de hoş görüyorum. Kendimi seviyorum, daha çok sevicem bundan sonra. Bu süreçte olanlardan bir sürü ders çıkardım, cebime koydum.
Belki bir dahaki döneme fikrim değişir temelli vazgeçerim.
Belki canavar gibi asılırım.
Her ne olursa olsun benim kararım.
Kararlarımı da sevicem.
Bugünkü aklım, başıma bugün geldi. Dün gelmiş olsaydı, adı dünkü aklım olurdu. İşte o kadar!
Geçti bitti.
Değerimi başardıklarımla ölçmeye çalışan iç seslerim; ağzınızın üstüne kürekle vurabilirim; anlayın artık o iş öyle değil.  
Seni seviyorum;  “Ben”. Her ne yaptıysan ve yap(a)madıysan s(b)eni seviyorum.
Oh be!

2 Ocak 2019 Çarşamba

Olamaz mı? Olabilir...

Bir şeyleri değiştirmek için “değişmiş bir şeylere” ihtiyaç duymamız ne ilginç değil mi? Yılbaşı gibi: Değişen yıl bizi yeni bir motivasyon için dürtüklüyor. Taşınınca yaparım, başlarım, değiştiririm diye ertelediğim bir sürü şey birikti mesela, bekliyorum ki ev değişsin ben de aklımdakileri değiştireyim. Kilomuz değişince giyilecekler, bebeğimiz çocuk olunca gidilecekler, maaşımız artınca alınacaklar. Hepsi bir başka değişime endeksli aslında...

Niye böyle oluyor diye sorgulamayacağım şimdi; çok az sayıda (evet, bence çok az sayıda çünkü dünyanın geri kalanının bu kadar şikâyetçi ve ertelemeci olması benim yamuk bakış açımdan kaynaklanıyor olamaz) içsel motivasyonu yüksek insan dışında hepimiz, değişimlerden güç almaya öyle ya da böyle ihtiyaç duyuyoruz.

Yeni yıl da bunların en çoşku arttıranlarından biri… Kendime sorup duruyorum bu yıl neyi değiştirmek istiyorum. Hem kocaman hem küçücük bir listem var. Alt alta maddeler halinde yazınca çok uzun, kümelere dağıtınca çok kısa.
Öncelikle hayret ve gayretim artsın istiyorum. Bir yağmur damlasından, kar yağan tepelerden, çocuğumun bir mimiğinden, ayazın keskinliğinden, pembe mor günbatımından hayrete düşeyim ve göğsüm genişlesin istiyorum. Daha önce yazmıştım ya, koşturmaca değil gayret istiyor; hayatın tadını her anının hakkını vererek ve çalışarak ve didinerek ve yorulurken hiç yorulmayarak yaşamak istiyorum. En büyük küme bu... Gerisi mi? Gerisi çok fani bir liste, ama asla küçümsemiyorum. Her şey iç içe, birbirinden ayırmak olanaksız. Sanki hemen yarın ölecekmiş ve sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak böyle bir şey çünkü. Nefsimin haddini bildirmeyi istediğim kadar bu dünyada sunulan her lezzetten de payıma düşeni almak istiyorum.
Fani kümemde bir sürü madde var; daha iyi bir iş, daha basit bir ev ve hayat tarzı, daha çok kitap ve müzik, haftada en az bir kez klasik filmleri izleyip tartışacağımız bir akşam, öldürmeden-soldurmadan bakacağım çiçekler, her gün istisnasız yazılacak şükür defteri, hem bedenime hem ruhuma daha iyi bakmak için daha fazla hareket, şikayet etmeyi kesmek için minik alıştırmalar, bilmediğim yerlere yapılacak geziler ve daha neler neler.
Yapılamaz mı?
Sağlık ve ömür olursa neden yapılmasın?
Haydi bakalım, başladık 2019, Allah utandırmasın.

Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...