31 Mayıs 2018 Perşembe

Kontrol-süz değişim!

Az önce okuduğum bir şey çok canımı sıktı… Canımı sıktı çünkü içten içe hak verdim ve bu aralar kendimi sorguladığım konularla örtüştü. Ebeveynlik, kişisel gelişim ve farkındalık gibi konularda çok kitap okuyan, bunlardan notlar paylaşan, kitap önerilerinde bulunan biri var instagramda takip ettiklerim arasında. Kreşe gitmekte olan çocuğunun akran zorbalığına maruz kaldığını, bunu çözmek için harekete geçtiğini, oğluyla çalıştığını, diğer çocuğun bunu yapmasının altındaki nedenleri sorguladığını söylemiş. Tabii aydınlanma her zamanki gibi sonradan gelmiş; akran zorbalığına maruz kalan çocukların büyük kısmı- mizaç vb. etkenleri dışarda bırakırsak- kontrolcü ebeveynlerin çocukları. Bunu hatırlayınca kendime odaklanmam gerektiğini anladım demiş…
İşte bu noktada ben de ürperdim.
Yavru henüz kreşe gitmiyor, ortada zorbalık falan da yok, ama bu aralar akranlarından garip bir şekilde korkuyor. Parkta çocuklardan kaçmalar, başkaları varsa kaydırağa yaklaşmamalar, koşarak yanından geçen biri olsa üstümüze atlamalar, ses hassasiyetleri gibi bir sürü şey. Bu aralar bu konu beni çok endişelendirmişti, hemen canım Ceren'in kapısını çaldım, sağ olsun yazdıklarıyla beni çooook rahatlattı. Tabii ben bu süreçte çoktan ben neyi yanlış yapıyor olabilirim diye sormaya başlamıştım. Bu konuyla ilgili olarak bir yanlışım yok belki, Ceren’in de dediği gibi tamamen gelişimsel sancılar bunlar. Ama, işte aması var, yanlış yaptığım başka bir sürü şey var eminim.
Yukarıda bahsettiğim yazıyı hemen bir yakın arkadaşıma yolladım, benim yavrudan birkaç ay küçük bir oğlu var onun da… Karakter olarak ne kadar benzeştiğimizi bildiğim için, kontrolcü olmanın bu etkileri ile ilgili ne diyeceğini merak etmiştim. Ben galiba böyle sohbetler içinde kendimi daha iyi sorguluyor, okuduklarımı kafamda daha iyi birleştiriyorum.
Önce biraz dert yandı, kontrolcü olmak mı ilgili olmak mı nasıl ayırt edeceğiz, salalım gitsin mi bu çocukları dedi… Dost acı söyler deyip cevabı yapıştırdım; biz basbayağı kontrolcüyüz. Kontrolcü olmak zaten ilgilenmeyi getiriyor; ilgili olmak bir nevi yan etki gibi kalıyor yanında. İlgili olmanın arkasına sığınamayız, ikisi birbirine girmiş durumda çünkü. Çocuğunun ihtiyaçları, onun ruh dünyası, günlük sıkıntıları ya da büyüme evrelerinin getirdikleri için her zaman “orada” olmak, desteklemek, kabul etmek ve sınırsız sevgini sunmak benim “ilgilenmek” tanımıma giriyor evet. Bu süreçte onu yönlendirmeye çalışmak, istediğimiz gibi ilerlemeyen her konu için endişe hatta bir miktar öfke duymak, beklemediğimiz durumlar gerçekleşince panik olmak ve enerjinin büyük kısmını olayları “hizaya getirmek” için harcamak ise düpedüz kontrolcü olmak.
Kendimi çoğu kez açıkça kontrol manyağı olmakla suçlarım zaten. Hayatın tadını almamı engelleyen, gevşememin önüne geçen, farkında olmayabilirim ama bazen fırsatlar kaçırmama neden olan ve günlük mutlulukları ıskalamama yol açan pislik bir şey bu! Yavru doğduğundan beri bu konuda çok mesafe kat ettim, çünkü bana kendisinin bambaşka bir birey olduğunu ispatlayacak kadar çok şey yaptı şu 2 yılda. Daha bir hafta- on günlükken kafasını kaldırıp, klasik omuza yatırarak pat pat vurup gaz çıkarma hareketi vardır ya, onu yapmamızı engelleyen bir insan yavrusu kendisi mesela… O günlerden başlayıp kendime sürekli onu değiştir(e)meyeceğimi, hatta buna asla yeltenmeyeceğimi söyledim, zaten evlat sevgisi de öyle tuhaf bir şeymiş ki, şu hayatta “her şeyi ile” sevebileceğin tek insanın o olduğunu kısa sürede anlıyorsun. Bu anlamda temel hareket noktamdan sapmadığımı söyleyebilirim. Onu olduğu gibi seviyorum, koşul koymuyorum, onunla yaşadığım her zorluğun nedenini önce kendimde arıyorum.
Diğer taraftan kontrolcülük öyle bir şey ki, yaptığını bile fark etmediğin bir tik gibi sanki. O kadar içine işlemiş ve sıradanlaşmış bir hal. Bunu evde önce kocama, sonra da annemlere yansıtıyorum eminim. Öyle yapmayın / böyle yapmayın, şunu şu vakitte yapın, düzgün yapın, tarif ettiğim gibi yapın… Ödüm kopuyor sanki belli standartların altına düşersek yanlış olacak, eksik olacak diye… Yavrunun uyku vaktini geçirirsek dünya yıkılacak (yıkılmaz ama içinden Hulk çıkabilir gerçi…), markette aradığım ürünü bulamazsam sanki hepimiz açlıktan öleceğiz.
Yahu biri bana şunu bir açıklasın; çocuk gelmiş 2 yaşına, çok şükür yemekle sorunu olan bir çocuk değil. Sebze falan yemiyor ama çevirip çevirip yediği şeylerin hepsi sağlıklı ve besleyici. Neyse, o akşam, oruç olan kocam, yemeklerimizi biz işteyken halleden annemden o akşam yemek yapmamasını, kızartma ve yumurta pişirmesini istedi. Adamcağız kahvaltı yapmayı özlemiş. Annem de yavruya yemek yapmamış bizimle birlikte yer diye. Akşam ben bir bozul. Amaaannn Allahımmmm, akşam yemeği yooookkkkk! Çocuk patates kızartması (Actifry da kızartıldı haaa!) falan mı yiyeceeeeekkkkkkkk! Çocuk sabah kahvaltısını bomba gibi yapmış, öğle yemeğini yemiş, meyvesini, kuruyemişini, kefirini, yoğurdunu yuvarlamış. Neye üzülüyorum ben? Annemin, “kızım kocaman oldu artık oğlan, biz ne yersek o da onu yiyecek niye surat asıyorsun?” demesiyle kendime geldim. Yaa ben mal mıyım? Ne var bunda? Biz karşısına geçmiş bunları yerken çocuktan kuru fasulye kaşıklamasını falan beklemek daha büyük eziyet değil mi? Tabii akşam sofrada yavru müthiş bir iştahla patates, peynir, zeytin biraz çorba… ne varsa gömdü. Ben de tedirgin olduğumla kaldım.
Bunun gibi milyon tane şey. Çocuk uyandı / uyanacak, geç uyudu, erken kalktı, vayy uykuya geç kaldı, aman kocam niye öyle yaptı, oyy neden çocuk öyle davrandı!!!
Böyle çocuk yetiştirmek istemiyorum. Benim gibi mutsuz olsun istemiyorum. Hayatın geneline yayılan bir mutsuzluk değil bu yanlış anlaşılmasın, daha çok bir gerginlik aslında... Bunu, yazıştığım arkadaşıma söyleyince bana dedi ki; “ailelerimizden miras bu hal bize. Hem ben mutsuz bir çocuk değildim ki, ergenlikte falan kızardım bana karışmalarına ama sonunda erken yaşta mantıklı kararlar alabilen düzgün insanlar olduk, fena mı işte?”
Yooo, dostum yoo, fena. Bu kendimizi kandırmak için söylediğimiz bir bahane. Çocuğun doğruyu yanlışı ayırt etmesi, mantıklı kararlar alması için; bizi örnek alması ve tecrübe etmesi gerek. O tecrübeyi yaşarken de sadece arkasında duracak ve onu eleştirmeyecek bir aileye ihtiyacı var. O zaman hem mantıklı kararlar alır, hem de mutlu olabilir. Biz nasıl büyütüldük? Sürekli bizimkilerin standartlarına yetişmeye çalışarak! İyi olursak takdir edildik, yanlış yaparsak itilmedik ama başka türlü bir üzüntüye boğulduk; onları üzdük endişesinde kaybolduk. Böyle tavırlarla her şeyimize dolaylı yoldan karışıldı aslında. Şimdi de annelik dâhil her bir haltı mükemmel yapmaya çalışan, hayatındaki her bir olayı kontrol etmeye uğraşan takıntılı tipler olduk.
Gerçekten gevşemek istiyorum. Çok şükreden bir insanım, kendimi bir bıraksam, sürekli planlar programlar içinde çırpınmak yerine o anı yaşamayı bir başarsam eminim daha da huzurla dolacağım, daha çok şükredeceğim.
Bazen kendi kendime soruyorum; oğlun senden nasıl bahsetsin istersin? Mesela bir arkadaşıyla konuşmasına kulak misafiri oldun, ne duymak istersin?
Annem iş bitirici bir insandır desin, eyvallah, ama çok programcıdır, çok streslidir demesin.
Annem çok neşelidir desin. Yeniliklere açıktır, meraklıdır, araştırır, günceldir desin. Hep melankoliktir, yenilikler karşısında panikler, meraklıdır evet ama aşırı kurcalar, aşırı irdeler, kendini de bizi de araştırdıklarıyla boğar demesin.
Bunun gibi bir sürü şey.
Şu an hem kendime, hem ebeveynlerime biraz fazla yüklendiğimin farkındayım. Düşündükçe, yazdıkça içim kabardı, önünü alamadım.
Sadece 2 senede bende değişenleri düşününce şaşırıyorum aslında, çoğu zaman da,  “zorlandım ama bana bu lazımmış” diyorum. Değişen tablo hoşuma gidiyor. Daha fazla değiştirmek istiyorum. Önce kendim için. Zaten ben mutlu olduğum her an, yavru da mutlu.
Bana bazı konularda yardımcı olabileceğini düşündüğüm 3 tane kitap daha sipariş ettim. En azından, kendimi daha iyi anlamak adına bir yerden başlamak için fikir verecekler diye umuyorum. Gerçekten işe yarar şeyler bulursam yazarım.
Şu kesin, o değişimi istiyorum, hemen istiyorum.

11 Mayıs 2018 Cuma

Uçan memeli

Ön bir uyarı olsun diye söylüyorum, yazının konusu kadın ve erkeklerin uykusuzluğa yaklaşımı ve tahammül kapasitesi. Bir de cinayet sebepleri.  “Yine çocuğunun uykusuzluğunu anlatacak off yeeaaaa” diyecekler okumayabilir. “Ahahahah kocasına süper giydirmiş ama aynı zamanda, çok eğlenceli” diyecekler devam edebilir.
Şurayı düzenli okuyan sınırlı sayıda kişinin bileceği gibi yavru uykusuz bir baykuş. “Çook geç saatlere kadar uyanık kalan, aşırı huysuzlanan, yanımda yatmak isteyen bir çocuk” falan dersem çarpılırım. Ama kim bana, “bunda ne var benim eltimin oğlu şöyleydi böyleydi seninki de bişey mi…” gibi cümleler kurarsa o da çarpılır- ağzına doğru uçan bir terlik tarafından- işte burada bir anlaşalım.
Bu yavru şu an 25 aylık, ilk olarak 4 ay civarı gece uyanmalarındaki dehşetli artışla birlikte başladı her şey. İlk aşamada ben şok olmuş ama geçecek geçecek diye kendimi avutmaya çalışmıştım. Geçmedi. En iyi zamanlarda gece en az 3 kez kalkıyor ve en az 40 dakika kadar emmek ve orada iyice sızmak istiyordu. Sonra da sabah 5.30’da kurulmuş saat gibi uyanıyor, salla, pışpışla, emzir, başında bekle yapmazsam asla 6.30-7.00’ye kadar yatmıyordu. Yani şöyle bir hesap yaparsak her gün sabah (gece?) zaten 5.30’da uyanıyor ve gece en az 3 kez kalkmış oluyordum. En uzun uyuduğum kesintisiz uyku 2 saat falan oluyordu. Toplamda 6 saate ulaşmış olmak için yavrunun arkasında yemek falan yemeden yatmam gerekiyordu. Paragrafın başında “en iyi zamanlarda gece 3 kere” dedim, onu hatırladınız mı?
En kötü zaman hakkında yazmak istemiyorum, çünkü yazıyı şu an iş yerinde yazıyorum, höykürerek ağlamamın nedenini açıklamam zor olabilir.
Bu böyle 19 aya kadar gitti.
Zaten yavru 19 aylıkken artık yat-kalk-emzir-salla-al-koy döngüsünde boynum (belime kadar) sakatlandı. Fizik tedaviye falan gitmem gerekti, korkunç acılı bir süreçti. Bu 19 ay içinde tabii ki bazı kısa dönemlerde düzelmeler oldu fakat artık boynumdan kuyruk sokumuma kadarki alanda bir kasın boydan boya iflas ettiğinden bahsediyorum. Neyse, 19 aylıkken gece emzirmesini kestim, gözle görülür bir iyileşme oldu tabii uyku düzenleri(miz)nde.
Yine de yavru haftada en az 1-2 gün, gecenin kör bir vakti kalkıp, hey heyyy oturmaya mı geldik 2 saat coşalım modunda takılmaya devam etti.
Ehh, bir aydan fazla oluyor, emzirme işi de tamamen bitti ya, gece uyanınca yavruyu kocama havale etmeye başladım. Zaten garip bir şekilde gece ben yanına gidince ayılan çocuk, kocam pışpışlayıp gelince çat diye uyuyor.
Bu hafta son azıların gelişinin şerefine sanırım, yavru gece 2-3 kez kalkmaya başladı yine. Ben de kocamı dürtmek suretiyle (yavru vıkk deyince uyanıyor sanmadınız herhalde?) yavrunun yanına gönderdim.
Sonraki akşam kocam bana şahane bir cümle kurdu. Gece 2 kere uyanmış ya (yanına gidip, oğlum ben buradayım hadi uyu dedi ve 30 saniye içinde geri geldi, daha yatağa uzanırken uykusuna kaldığı yerden devam etti), tekrar edeyim; gece 2 kere uyanmış ya, iş yerinde sersem gibi olmuş, başı ağrımış (kıyamam), bu gece onu kaldırmasam olur muymuş?
Buna bi’ kükredim! “Ben 19 ay boyunca gece 2 saat kesintisiz uyusam göbek attım, 2 kere gözünü açtın diye şikayet mi ediyosun yaaaaaaaaaaaa… “ dedim.
O da, “sen yarasa gibi oldun artık, alışıksın, tek uçan memeli yarasa biliyosun di mi, sana koymaz” dedi.


Kesin anne yarasadır bu, yavru tepesinde baksana

Bunu baya sırıtarak falan söyledi.
Bu harika esprisini de birkaç gündür sürdürüyor.
Gerçekten evliliğin sırrı cinayet işlememek arkadaşlar. Hatta işkence cinayeti işlememek. Planlı, maksatlı ve zevk alarak bunu yapmamak.
Yahu ben diyorum aramız düzeliyor ne güzel de, biraz insan gibi yaşamaya başladım da, hayat pembik de laylaylayyy…
İnsan nasıl bu kadar empatiden yoksun olabilir gerçekten anlam veremiyorum. Bu adam da benim her fırsatta övdüğüm, çok düşünceli hakkını yemeyim diye savunmaya geçtiğim adam.
O dönemlerde bana ara ara diyordu ki hep yorgunsun, sürekli bezginsin, eskiden hiçbir filmi kaçırmazdık ben akşamları yalnız oturuyorum.
Ne yapayım yahu ne yapayım, hayatta kalacak kadar uyumaya çalışıyordum.
Hep şu ayrımı yapmaya çalışıyorum kendimce; hormonlar, fiziksel bağlar (emzirme gibi), toplum tarafından bize biçilmiş ve işlenmiş bazı annelikle ilgili görevlerin yarattığı bilinçaltı hallerimiz, evet biraz da yaratılışımız, bizi (anneleri) bu zor haller konusunda daha dirençli hatta bazen gönüllü kılıyor.
Bunları al bir kenara koy. Peki artık şartlar eşitlenmişken; emzirme bitmiş, 2 yıl olmuş e artık babalık öğrenilmiş, yavruyla tam ve düzgün bir bağ inşa edilmiş, ikimiz de sabah kalkıp işe gider olmuşuz, sen niye 2 kere uyanınca ay yazık da ben batwoman oluyorum hacı? Neden?
Bunun adı düpedüz işine gelmemektir.
Çıtkırıldım, ah yoruldum, ben anamın bi’ tanecik oğluyum (5 tane) ben yapamamcılıktır.
Kocaaaa, okuyo musun?
Bak bu yaptığın şey yamuktur.
Çok YORGUNUM.
Anlıyo musun?
Yarasa kadın bi gece delirip seni tırmalamasın.
Öptüm.

3 Mayıs 2018 Perşembe

Yavru altın kafeste

Bugün dükkânı kapatıp köyüme dönesim geldi üstelik köyüm falan da yok… Minicik bir İç Anadolu şehrinde doğdum ve üniversiteye kadar kendi memleketimden nefret ederek yaşadım. Zaten çıkış o çıkış, bayram seyran olmadıkça da gidip gelmedim sayılır. Şimdi garip bir şekilde içim buruluyor. Çünkü 1 Mayıs tatiliyle birleştirdiğimiz hafta sonundan faydalanıp kısa bir tatile gittik memlekete ve bugün işe geleceğimi fark eden yavru surat astı, anneannesini itti ve anne benimle gel yanıma otur deyip durdu. Biliyorum, buraya geldik diye o da benim kadar mutsuz. Sadece tatilden sonra anne baba işe gidiyor mutsuzluğu değil bu, ne işimiz var burada yaaaaa mutsuzluğu aynı zamanda. Sabahtan daha üstünde pijama ile, bezini bile değiştirmeden sokağa fırlayıp bir tur atıyorlardı, kahvaltıdan sonra eline hortumu alıp bahçeyi, ayakkabılarını ve en son üstünü başını suluyordu, köye gidip traktöre biniyor, bahçedeki sırnaşık kediyi mıncıklıyor, teyzesiyle çılgınca oynuyor ve bir yerden bir yere gitmek için en az yarım saat süren araba yolculukları yapmak zorunda kalmıyordu. Biz de çocuk rahat etsin diye Ankara’nın meşhur yokuşlarından uzak, etrafında bolca park olan bir semtinde, içinde minik oyun alanı, yeşilliği ve kum havuzu olan bir sitede ev tutmuştuk. Böylece yavruyu doğasından çok uzaklaştırmamayı umuyorduk. Hıı hııı evet, mükemmel iş çıkarmışız. Acayip işe yaradı. Yavru çılgınca mutlu…
Ay çok sinirim bozuk yaa…
Şu an kendimize ve en çok da ona haksızlık ediyormuşuz gibi hissediyorum.
Burada da sabahtan akşama dışarıdalar, bir dediği iki edilmiyor falan ama resmen gördüm ki şu 4 günlük tatilde aşırı mutluydu. Burada olduğundan daha neşeliydi.
Şunu da biliyorum, içinde bulunduğumuz dünyanın şartları bizi büyük şehirlere mecbur ediyor, bu saydığım dezavantajlarına karşılık da yeni düzen için önemli başka artılar veriyor ve böylece bizi bu çarkın içine koymuş oluyor. Ne bileyim, daha mutlu olsun diye küçük şehrimize geri dönsek aklı başına geldiği vakit “burada hiç bi şey yoookkk!” tribi atabilir, eğitimini engellemekle suçlayabilir beni yavru… O zaman ona sunacağım “ama çamurda çok mutluydun, kuzuları pek severdin” şeklindeki açıklamalarımı ağzıma tıkabilir, biliyorum.
Yine de şu an için içimin sızlamasına engel olamıyorum. İşten çıkınca 15 dakika sonra evde olmanın keyfine imreniyorum. Burada evden çıkıp yavrunun sevdiği parka ulaşmak için harcadığımız sürede her gün akşam iş çıkışı onu köye götürebilirdim diye düşünmeden edemiyorum. Hele ki burada anne- baba, (şimdilik) bir de anneanne-dede dörtgeninde sürdürdüğü hayatına karşılık, memlekette nasıl sevgi ve ilgiye boğulduğunu düşününce üzülüyorum. Bunun gibi tuhaf bir sürü düşünce…
Biliyorum, bir sürü insan benim gibi hissediyor ve bir şey yapamıyor.
İçinden çıkamayınca bunu da “aman derdimiz bu olsun” listesine yazıp geçiyorum.

Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...