29 Ocak 2018 Pazartesi

Challenge geldi haaaaanııım- Manzara ve iç ses

Sıkıcı bir iş gününde, evden gelen “oğlan hasta oluyor gibi, ilaç mı versek?” sorusu ile moral yerlerde, challenge için yazmaya geldim. Tabii ki “ilaç falan verme anneeeaaa” diye cırladım telefonda ama bağışıklığım değilse de psikolojim çöktü şu an… O yüzden penceremden görünen manzarayı (4. Soru; şu an pencerenden görünen manzarayı yaz) olduğundan daha çirkin anlatabilirim.
Tam bir Ankara manzarası –yani yol var, araba var, kısalı uzunlu çirkin binalar var- olmasının dışında, karşıdaki sitede çatı dubleksi kirasının 5.800 lira olduğunu bilmek bile içimi daraltıyor. Özel bir site olduğu için değil, “özel” bir konumda yapılmış olduğu için.  Daha doğrusu o bina yapıldıktan yıllar sonra buraya başka “özel” şeylerin inşa edilmiş olmasından dolayı konumu önem kazanmış sıradan bir apartman orası. Neyse, manzara diyorduk. İşte bir de devasa vinçler durmadan çalışıyor karşımda; acayip büyük bir yapı her gün giderek yükseliyor ve arkasında kalan diğer acayip büyük ve acayip önemli ve acayip pahalı ve bazılarınca neredeyse acayip kutsal olan diğer yapıyı gizliyor. Eskiden orası hep ağaçtı, lojmanlar falan da vardı. Şimdi çok mühim bi’ yer. Neyse daha yazmayım, adres versem daha açık olacaktı.
Başlamışken 5. soruyu da yanıtlayım; bir güzel alıntı kondurayım şuraya:
Bir an ne yazacağımı bilemedim iyi mi… Sonra aklımda “İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar” sözü belirdi.
Kimin söylediği konusunda çeşitli tartışmalar var; Hz. Ali, Hz. Ömer ya da Mevlana’dan bir veciz olduğunu iddia eden kaynaklar mevcut. Söyleyeni kim olursa olsun, üzerinde düşündükçe insanı kalbinden ya da vicdanında bir yerden vurduğu kesin. Aslında, karşımdaki manzaraya bakınca aklıma bu sözün gelmesi mükemmel çalışan bilinçaltımın bir sonucu diye düşünüyorum.  
Tevazu, yardımlaşma, hakkaniyet, merhamet, güzel ahlak, teslimiyet ve daha bir sürü şeyi çağrıştıran bir inanca mensup olduğunu iddia eden, fakat gösteriş, hırs, kayırma, acımasızlık ve fesat içinde yaşayan insanlar bunu nasıl yapabiliyorlar diye kafamı çok yordum. Cevabı burada işte; bir kez inandığından ayrılırsan (ki bunun bir dini inanç olması şart değil, hayattaki herhangi bir prensibin ya da bir etik görüşün de olabilir) ve onun gerektirdiğinden farklı yaşamaya başlarsan, o yaşayış tarzı sana normal gelmeye başlıyor ve inandığın şey ona doğru evriliyor. Hayatına neyi sokarsan inancın ona dönüşüyor. İşte bu da karşımda devasa biçimde görünüyor şu an…
Kendi özelimde ise bu cümleyi ne zaman düşünsem, suçüstü yakalanmışçasına panikliyorum. Ben de sıradan bir insan olarak zaman zaman çizgimden uzaklaştığımı hissediyor, bazen uzun muhasebeler sonunda bazen de tokat gibi inen basit bir fark edişle oraya geri dönmeye çabalıyorum.
İşin günlük tarafında; sadece kadın olduğum, onlar gibi giyinmediğim-görünmediğim için bile sürekli kendimi namlunun ucunda hissettiğim için sivrilmekten çekiniyorum. Bu da beni küçük ama sürekli ve acı verici biçimde bunaltan bir döngüye sokuyor; öyle düşünmüyorum ama asıl düşündüğüm şeyleri ifade edemiyorum da… Hadi onlar gibi olursam, bu halleri kanıksarsam diye korkuyorum sonra. Elimde iki seçenek var, kendime güvenmeyi ve muhasebeden kaçmayarak bildiğimde devam etmeyi seçiyorum.
Dilerim inandığım gibi yaşamaya devam ederim her zaman. 

4 yorum:

  1. Ay ne güzel bitiştirmiş ama bilinçaltın o inşaatlı haller ile o sözü, vallahi çok isabetli. Benim de aklıma "Bozuk düzende sağlam çark olmaz" geldi, sağlam çark yok, vinç var sanırım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hem icim sizladi hem de sonuna güldüm yorumunun. Aslinda cok guzel bir baska ozet olmus son paragrafta anlatmak istedigime... Icimi daraltan bu zaten acaba ses etmedikce o kirli carklardan biri mi oluyoruz diye üzülüyorum. Galiba biraz oluyoruz...

      Sil
    2. Ben de düşünüyorum aynı şeyi ama bence kirli çark olamayacak kadar üzgün insanlarız. Öylelerinin yüzü yağlı bir neşeyle her daim parlıyor çünkü.
      En sevdiğim hayallerimin birinde mesela bizim evden don gömlek fırlayıp bağırarak Kızılay'a kadar koşuyorum. Artık ses çıkarmak deyince aklıma böyle bir sahne geliyor.
      Çıkarmadık da değil ses, ses çıktı bu memleketten, hala da çıkıyor. Sanırım geldiğimiz ahval ve şerait içinde yıkılmadan durabilmek için vinççi insan olmamak, kendimize dikkat etmek, etrafımıza destek olmak; bunları yapabilmek için gerekli kaynakları muhafaza etmek lazım. Ya da ben donla koşabilirim, bu da her zaman bir alternatif tabii.

      Sil
    3. O da dogru... Onlarin yaptiklarini gec kendi yapamadiklarimiz icin bile yuzumuz kızarıyor, cark degil de carkin arasinda ogutulen zavallilar oluyoruz bu durumda... Belki kendimize yuklenmesek daha iyi.
      Donla kosmak eylemine de yurekten destek çıkıyorum.cunku vallahi sasirdik artik nasil kendimizi ifade etsek! Neden olmasin diyorum :)

      Sil

Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...