11 Aralık 2018 Salı

Huzur bağırarak konuşmaz...

Evde yavruyla olduğum zamanlar dışında keyifsizim bu aralar. Çünkü bir tek onunla olduğum zaman kafamdakileri kenara itip sadece yaptığım şeye (çoğunlukla araba sürmek ya da boğuşmak) odaklanabiliyorum. Bilmem belki de öyle sanıyorum? Yavru bu aralar hiç yapmadığı şekilde aşırı üzgün bir suratla “ Bugün işe gitmesen olmaz mı anne?/baba?” diye soruyor. Belki birlikte geçirdiğimiz sürede ona kendimizi veremiyoruzdur (al sana kafaya takılacak bir şey daha).

Neden bu kadar bunaldı(k)m diyorum, herkesin ilk cevabı “havalardan”. Kıştan nefret ediyorum ve saatlerin ayarlanmaması nedeniyle güneş doğmadan kalkmamız gerekiyor. Bu benim gibi güneşle şarj olan bir insan için yeterli bir depresyon ateşleyicisi.

Yine de sorun bu değil.

Aklımda neler var diye bakıyorum; sürekli sızlanan ve şikâyet eden biri….
“ …kaç senedir şurada çalışıyorum… Bu nasıl şanssa şöyle adam gibi rehberlik edecek, yol gösterecek, başarımı takdir edecek biri çıkmadı karşıma. Bıktım bu geri zekâlılarda uğraşmaktan. Hepsini ben sırtlayıp bir yere götürmek zorunda kalıyorum… Her şeyin sorumlusuyum ama hiçbir şeyin yetkilisi değilim...”
Sonra o şikayet iyice alevleniyor;
“…çok sıkıldım bu işlerden… salak saçma bir sürü şey. Daha teknik işler yapmak istiyorum. Daha fazla çalışmak istiyorum. Aslında daha fazla üretmek istiyorum. Ürettiğimin somut sonucundan faydalanmak ya da faydalanıldığını görmek istiyorum… Ben burada olmamalıyım. Daha iyi bir yere geçmeliyim. Burada tıkılıp kaldım!”
İşte böyle böyle yükseliyor, sonra işi başka yerlere yayıyorum;
“… İki memur insan ne uzar ne kısalırız. Halt edeceğiz sanki, kocaman bir kredinin altına da girdik. Annem yaza memlekete dönmek zorunda, çocuğu hangi kreşe vereceğim baharda? İyi özel okulların kreşleri aşırı pahalı. Daha çok para kazanacağım bir şey yapmalıyım… Ne yapacağım şimdi?”
Bu da yetmiyor iyice duygusallaşıp eski kararları sorguluyorum;
“ ..ne işimiz var bizim Ankara’da yaa? Niye bırakıp geldim ki üniversiteyi?! Tamam, kadronun devamı yoksa yok, bekleseydim mevcut sürem bitince düşünürdüm. Şimdi orada olsak daha evlendikten kısa süre sonra evimizi almış borcunu şimdiye bitirmiş olurduk. Küçük şehirde yaşamak ne kolaydı, yavru üniversitenin kreşine giderdi, büyüyünce de oranın en iyi özel okuluna rahatlıkla verebilirdik. Arkadaşlarımızın hepsi orada, fotoğraflarını görüyorum, hepsi sık sık bir aradalar. Buradaki gibi ziyaret için iki hafta önceden sözleşmeye gerek yok ki, en uzak ev kaç dakika sürecek? Koptuk, koptuk burada, her şeyden koptuk. İyice yalnızlaştık, küçücük hayatımızın içine tıkıldık. Çok bunaldım…”

Bütün bunlar kafamda takılı kalmış bir çalma listesi gibi dönüp dururken arada bir “Niye bu kadar abartıyorum ki?” diye soracak oluyorum, tam sakinleşmeye meylediyorum, yine bir sıkıntı basıyor. Olsun, en azından bu seslerin sadece “düşünce” olduğunu hatırlayacak kadar kendimdeyim. Okuduğum şeyleri hatırlamaya çalışıyorum. Düşünceler dünyayı ve hayatımızı nasıl algıladığımızı yönetiyor. Apaçık ortada olan bir “olay” bile aslında onu nasıl algıladığımız, yani o olay “hakkında nasıl düşündüğümüz” ile ilgili. Belli bir anlayış seviyesine ulaşmış insanların olaylardan çok da etkilenmemesinin nedeni aslında bu. Düşüncelerinin etkisinden kurtulabiliyor ya da onları değiştirerek bakış açısını farklı bir noktaya konumlandırıp rahat nefes alabiliyorlar.

Şu saydığım şeylerin tamamı benim düşündüklerim. Hepsi bu. Değişmez hakikatler değil. Üstelik daha kötüsü ile karşılaşsam belki iş yerimden bu kadar şikayetçi olmazdım. Benimle aynı şeyleri yaşayan/yaşayacak biri bu tepki yerine amaaan iyi be işte idare ediyoruz rahatlığında olur muydu? Evet neden olmasın.

Ya da belki durumu ters çevirip bakmak gerek: Buradan “kurtulmak” istediğimi bu kadar haykırırken aslında içten içe başka şeyler düşünüyor olabilir miyim? Minicik de olsa bir bocalama içinde olabilir miyim? Aslında gerçekten “niyet” etmediğim için kısmetimi ara(ya)mıyor, kısmetim beni bul(a)muyor olabilir mi?

Olabilir. Bal gibi olabilir.

Para konusuna bu kadar takılmam, uzayan taşınma işleri yüzünden maddi anlamda sıkışmamızın getirdiği bir patlama. Bunu görmemem mümkün değil. Bir taraftan da tam manevi değerlere doğru çekildiğimi hissettiğim, ruhumu ferahlattığım bir dönemde kendi nefsimle sınanıyor olabilir miyim? Bence olabilirim. Bunu yazarken bile içimden gür bir ses “Ama bu gerçek! Hayat şartları ortada! Bunu sen uydurmuyorsun!” diye bağırıyor. Bu kadar çok bağırdığına göre sınanmakla ilgili tespitim doğru. Çünkü “Sen çalış çabala, rızkının peşine düş, elinden geleni yaptıktan sonra eline geçen olması gerekendir, sana yetecektir” diyen ses de benim içimde ve aslında inanmak istediğim şey bu. Hem bir kere hayat bu kadar aritmetik bir şey değil, hele bir teslim ol bakalım, hangi denklemler bir araya gelecek de o zamanki şartlarını belirleyecek… Hangi okuldaki hangi öğretmen çocuğunun kalbine dokunacak biliyor musun? Ya da çok para kazandığın ve (Allah korusun) paranı sağlığını geri getirmek için kullanmak zorunda kalacağın bir duruma düşmeyeceğini garanti edebilir misin? Edemiyorsan o zaman gerçekten bunalmaya gerek yok. İlk önce gerçekten niyet et, ya nasip de, gerisini sonra düşün.
İnsanız, yalnız kalmak fikri insanı üzüyor. Bütün gerçek hayatın aslında kendi çekirdek ailen içinde yaşandığını bilsen de etrafında daha fazlası olsun isteyebiliyorsun. Annemlerin bir süre sonra taşınacaklarını düşünmek bile beni şu an o yalnızlık duygusunun ortasına itti, farkındayım. Hepsi birikince işler birbirine karıştı. Hâlbuki üniversiteden ve alıştığım o çevreden ayrılırken aklımdaki tek şey kadro konusu değil, orada kendi bölümüm içerisinde yaşadığım huzursuzluktu. Resme uymayan bir yapboz parçası gibi eğreti durmaktı. Bu sorun zamanla çözülür müydü? Belki… Bu sefer de burada öğrendiğim ve sık sık üniversite ortamında bu tecrübeyi asla elde edemezdim dediğim şeyler hayatımda olmazdı. Markette çikolata alırken bile diğer seçenekten vazgeçtiğimiz düşünülürse, büyük ya da küçük hiçbir geçmiş karar için bu kadar kıvranmaya değmeyeceği ortada…

Şimdi bunları böyle yazınca rahatlamak harika… Bir de o duyguyu sürdürme kısmı var. Aslında hem çok zor, hem çok kolay. Kendine; yanlışın, karanlığın, çaresiz bırakıcı düşüncelerin, adına daha ne dersen işte, seni aşağı çeken şeylerin içinde hızla yükseldiğini, içinde hızla yükselene değil sakin sakin mırıldanan o duru sese kulak vermek gerektiğini hatırlatmak gerek. Benim bildiğim tek yol bu.





5 yorum:

  1. Bence düşüncelerin gayet somut temelleri olan endişeler ve bence haklısın. Ama bunları hayatın geneline yayıp diğer düşünceleri görememe noktasına getirmemek lazım, ki sen de zaten bunun yolunu bulmuşsun, belki oğlunla oynamak, belki sanat, edebiyat, maddiyata dayanmayan ufak kişisel rahatlamalar.. Herkes için farklı. Belki de oğlun sana "benimle kal" derken aslında huzursuzluğunun onun yanındayken geçtiğini hissediyor, onların algıları çok açık, dinle bence :) Kolaylıklar ve huzur dilerim, yeni yıla dek umarım yeni huzurlu fikirler gelir ve yeni yıla güzel başlarsın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hic oyle bakmamistim! Belki de beni bilincli olarak kurtaran gercekten o! ;)
      Cok tesekkurler dileklerin icin Ceren,dilerim hepimiz guzel baslayalim güzel gecirelim senemizi.

      Sil
  2. yazdığın her şey gayet gerçekçi, anlaşılır problemler olsa da havaların etkisini hafife alma Sibel :D Tüm yazıyı baştan sona 'hak vererek' sömürdüm. Seninle beraber düşündüm.

    Yine de bir güneş açmasına bakar, yanına da bir kahveye.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla Güneş, güneşin çözemeyeceği gercekten az sayida şey var :)))
      Baya didik didik yiyor kafami bu meseleler epeydir. Ne kadar temeli olan konular da olsa henüz gelecege aitler ve ne gelecek bilmiyorum. Yazinca cok rahatladim. Güzel güzel seyler oluverir insallah :)

      Sil
  3. “ ..ne işimiz var bizim Ankara’da yaa? Niye bırakıp geldim ki üniversiteyi?! Tamam, kadronun devamı yoksa yok, bekleseydim mevcut sürem bitince düşünürdüm. Şimdi orada olsak daha evlendikten kısa süre sonra evimizi almış borcunu şimdiye bitirmiş olurduk. Küçük şehirde yaşamak ne kolaydı, yavru üniversitenin kreşine giderdi, büyüyünce de oranın en iyi özel okuluna rahatlıkla verebilirdik. Arkadaşlarımızın hepsi orada, fotoğraflarını görüyorum, hepsi sık sık bir aradalar. Buradaki gibi ziyaret için iki hafta önceden sözleşmeye gerek yok ki, en uzak ev kaç dakika sürecek? Koptuk, koptuk burada, her şeyden koptuk. İyice yalnızlaştık, küçücük hayatımızın içine tıkıldık. Çok bunaldım…”

    kısa süre önce memleketten dönmüş bir insan olarak (ki döner dönmez oğlum 40 derece ateşle hastalandı,kreşe gidemiyor. al sana aileden uzak yaşamanın sıkıntılarından biri daha ) yine içimde aynı yalnızlık senfonisi çalıyor.

    maddi sorunlar ise belki hayatta en kolay aşılabilecek sıkıntılar. hele ki çalışacak kadar sağlıklı isen ve çalışılabilecek bir işin varsa.o yüzden üzerinde çok durma. düşününce bunaltır ama umursamazsan daha kolay geçer.sevgiler...

    YanıtlaSil

Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...