24 Kasım 2019 Pazar

Cidden?

İnsanlarda inanamadığım şeyler var. “Cidden mi yahu, cidden mi? Bak Allah adı verdim, doğruyu söyle, buna cidden inanıyor musun?” diye sorup omuzlarından sarsmak istiyorum.  
1. Ben yapardım ama izin vermediler/engellediler/hep onların yüzünden böyle oldu… diyenler
Geçenlerde bir pozisyon için başvuruda bulundum. Başvuru yapıp mülakata kabul edilenler arasında ben ve tanıdığım birkaç kişi daha var. Fakat iş yerinden bir arkadaşım mülakata çağırılmamış. Bence nedeni Ay gibi, Güneş gibi ortada; söz konusu pozisyon için iyi derecede İngilizce isteniyor, bunu da sizin beyanınıza bırakmıyorlar, dil belgesi ile ispatlamanız gerekiyor. Bu arkadaşın da dil puanı yok. 
Hah! Buradan nasıl bir sonuca varmak gerekir? Yok, aklınıza gelen o sonucu unutun, onun yerine kumpas, dedikodu, hırs içeren bir hikâye yerleştirtin. Hikâyenin detayını bilmiyorum çünkü henüz hayal gücüm bunu anlayacak seviyede değil, fakat bu arkadaşımız mülakata çağırılmaması için beni ve bir diğer arkadaşı suçladı.  Önce yanlış anladık sandım, ama yoo, bildiğin laf sokuyor! Adam günlerce surat yaptı bana, ben de o süre boyunca gerçekten buna inanıyor olabilir mi diye düşündüm. İnanmış! Bugün sabah konuştuk da, oradan biliyorum. Hayal gücü ile olayı biraz daha süslemiş bu arada, kesin benim kabul edileceğimi düşünüyor. Elbette hakkımla kabul edileceğimi düşünmüyor ama, delirmeyin! Üst amirimizin o kurum yöneticisi ile konuştuğunu ve beni almaları gerektiğini konusunda baskı yaptığına inanıyor. Gördünüz mü şemayı? Aslında o yapardı, hak etmişti ama engel oldular ve başkaları onun yerine getirildi! 
Allah’ım akıl ver.
2. Benim çocuğum çok özel. Siz de anlatıyorsunuz, hatta gözümle görüyorum ama yok, bunları bir tek benimki yapıyor/biliyor/anlıyor
İnanır mısın, gitti kendi kendine elini yıkadı. Elinin kirlendiğini fark etmiş, anlamış, gidip tabureye çıkmış, musluğu açmış, elini yıkamış! Ahh yavruuummmmm! Ne?Sizinki de mi ellerini yıkıyor? Hımmm… Yanlışlıkla yapmış olmasın? 
Daha başka bir şey demiyorum.
3. Sürekli de para yok dememek lazım, o kadar da şikâyete gerek yok. Para yok dedikçe olmuyor işte… 
“Para var, çok var, ohooooo” deyince kredilerin, borçların ödeneceğine, faturaların kendini imha edeceğine, market alışverişlerinden sonra kasiyerlerin 10 lira verseniz yeter, 1000 liralık kısım bizden olsun diyeceğine inananlar var desem? Ben de okudum yokluk bilincinin bereketi azalttığını, motivasyon düşüren olayları, evrenden isteme konularını, çekim yasalarını. Fakat daha maaş hesaba yatarken otomatik olarak kesilince evren sana yeni bir maaş hediye etmiyor canım. Hayatında kira ödememişsin, arabanı daha büyüğüne değiştirmek için minik miktarlar dışında kredi çekmemişsin, paran cebinde kaldığı için temel ihtiyaçların için hiç kredi kartı kullanmak zorunda kalmamışsın, çok pahalı birkaç marka dışında alışveriş etmemişsin ve gerçekten sıkıntının “para yetmiyor” diye şikayet etmekten kaynaklandığına mı inanıyorsun? Cidden mi?
Bu ay benim kredileri sen ödesen? Ay sonunu bir kenara çöküp “Nooolur bana bi Starbucks kahve alın param yooğğğkk öhhüöhüüü” diye ağlamadan getirebilirsen ben de her gün camı açıp “param çoooook, pek çoook” diye bağırarak güne başlayacağım, anlaştık mı? 
Bak ben ciddiyim ama. 

4. Bu yeme içme konularını da abartıyorlar, isteyerek yediğin hiçbir şeyden zarar gelmez
Emin misin? Bu söylediğinde ciddi misin? Sen hangi gezegendensin? Bu üç soruyu peş peşe sormak istiyorum bu insanlara. Şeker de yiyelim, cips de götürelim, içelim kolaları keyfimize bakalım tayfası ile sağlık konusunu tartışmak çok zor. Yine tartışmalara doyamadığım bir gün şöyle bir argümanla çıkageldi birisi “ Ne var yani, annemler de küçükken süt kaymağının üstüne şeker döküp ekmeğe sürer yermiş, bir şey mi oldu şeker yediler diye?”. İnsanlar o zaman ekşi maya ekmek yapıyorlarmış, buğday kendi tarlasından, tohumun türünü falan bıraktım, o buğdayda zirai ilaç ya yok ya şimdikinin çeyreği kadar, gübre zaten yok, kaymağı aldığın süt dağ tepe tüm gün dolaşıp gelen hayvandan sağılmış, ot, çöp, yonca yemiş gelmiş o hayvan, yem nedir bilmemiş, anacığın kaymağın üstüne bir kaşık şeker atmış hepi topu, zaten bulduğu bulacağı tek zararlı şey bir kaşık şeker -ki o da pancardan mamul, başka katkı maddesi olan, renklendiricisi olan bir şey yiyeyim dese yok!Tabii ki bir şey olmamış onlara! Gelsin margarinler, gitsin tatlandırıcılar dönemi başlayınca olmuş olan…
Yaşadığımız dünyada değil canımızın istediğini yemek, evde kendim yapacağım yoğurt için süt alırken ellerim titriyor; bu sütün kaynağı ne, bu hayvana ne kadar ilaç verdiler, kim bilir ne yedirdiler, ömrü hayatında ahırdan çıktı mı diye… İsteyerek yediğim şeyden zarar gelmez öyle mi? Harbiden inanıyor musun buna?

Sorularım şimdilik bu kadar. Kesin gıcık oldukça devamı gelecek.

20 Kasım 2019 Çarşamba

Ameliyat, travma(lar), umutlar

Yine yazamadım uzun zamandır. Tadım yok, gündemimiz; hastalık, hastalık kaynaklı endişe ve hastalık sonu oluşan saçmalıkları toplamaya çalışmak çünkü...

Son yazımdan bir kaç hafta sonra yavru geniz eti ve kulak tüpü ameliyatı oldu. Geçmek bilmeyen alerji, geçmek bilmeyen kulak iltihabı ve işitme kaybı bize başka çare bırakmadı. Zaten o yöne doğru gittiğimizin farkındaydık ve sürekli antibiyotik, ağrı, hastalık döngüsünden kurtulmamızı sağlayacaksa yapılması gerektiğine ikna olmuştuk.

Çocuğu aynı operasyonu geçiren bir yakın arkadaşım, üç tane de iş yerinden tanıdığımız vardı. Hepsi korkulacak bir şey olmadığını anlattılar. Arkadaşımın oğlunu ameliyat eden doktor, bizimkinin de doktoru. Önden iyice bilgi aldık, hazırlandık, ameliyat günü geldi. Çocukları ameliyata götürürlerken bir şurup içiriyorlar, sakinleştirici/sersemletici. Böylece çocuk anesteziye kadarki süreci unutuyor, korkmamış, travmatik bir süreç yaşamamış oluyor, doktorla bunu da konuşup anlaştık. Fakat bizden önceki hasta gelmediği için bizim ameliyat öne çekildi, yavruyu çabuk aldılar, ilacın etki göstermesine yetecek vakit kalmadı. Zaten işe yarayacağı da şüpheliydi, her çocukta etkili olmayabiliyor... Bizimki ameliyattan çıktı ve fark ettik ki anesteziye kadarki her şeyi bütün detayları ile hatırlıyor. sonuç olara elbette çok, çok korktu, bize bu şekilde söylemese de hissediyorum ki onu götürmelerine izin verdik diye bize gücendi. İki haftadır anlatmaya, konuşturmaya, normalleştirmeye çalışıyorum.

Ameliyat sonrası sedyeye oturmuş, gözleri şiş, tükürmeye çalışır ama beceremez haldeki hali gözümün önünden gitmiyor. Uhu gibi ağzına yapışmış o tükürükler, kulağındaki kanlar, tüküremeyip boğazında biriken kanı kusuşu... Kulaklarım ağrıyor, boğazım acıyor diye ağlayışı.

Eve döndükten sonra sabaha dek kabus görüp, titreyip çok korkuyorum diye çığlıklar atışı... 

Ardından artık toparladı derken ateşlenmesi, antibiyotik kullandığımız halde boğazında bir enfeksiyon oluşması. Peşinden gelen serumlar, iğneler, geri dönen ağlama ve kabuslar...

Şimdi iyi çok şükür. 

Ben de daha iyiyim. Ne kadar etkilendiğimi daha yeni anlıyorum ve bu kadar çok etkilendim diye kendime kızıyorum; ne zayıfsın ne dayanıksızsın diye kendime yükleniyorum. Sonra, ne yapayım, bilmiyorum ki ben böyle şeyleri, hangi anne üzülmez ki deyip kendime sarılıyorum. İlaçlar, yan etkiler, mikroplarla ilgili felaket senaryolarını görmezlikten gelmeye çalışıyorum.

Bu süreçte kendimde çıkan gariplikleri, tuhaf hastalıkları unuttum bile, hepsi geri planda kaldı.

Önümüzdeki günlerin sağlıklı ve mutlu olmasını diliyorum sadece. 

Şu tatsız zamanların geçtiğinin işareti olacak bir ferahlık, bir güzel haber, bir değişiklik bekliyorum.

Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...