20 Aralık 2017 Çarşamba

Yeni yıl diyeti

Bazen düşünüyorum, planlamaktan ve araştırmaktan, düşündüklerimi hayata geçiremiyor olabilir miyim? Geçen gün bir yerlerde okudum- yine-, terapi almak mı, kitaplar okuyarak kendi kendine yardımcı olmak mı tercih edilmeli sorusuna aşağı yukarı şu cevabı veriyordu; “Aslında ikisi de olabilir. Ancak sürekli okumak şu anlama gelebilir;  okuyarak kendinizi rahatlattığınızı sanırken aslında bu şekilde konfor alanınız içinde kalmayı yeğliyor ve almanız gereken yardımı bu şekilde geciktiriyor olabilirsiniz. Aslında değişimden korktuğunuz için bununla oyalanıyor olabilirsiniz. Bunu iyi ayırt edin”.

Çok çarpıcı değil mi? Ben çarpıldım en azından; “yoksa öyle mi yapıyorum lan?!” sorusu sık sık beni ziyaret etmeye başladı okuduğumdan beri. Çünkü sağlıklı beslenmek (Şekersiz, abur cubursuz ve dengeli…), evi düzende tutmak (Konmari usulü katlamalardan, eşya sadeleştirmeye kadar hareketler), haftalık yemek planları, iş düzenleri vs. oluşturmakla kafayı yemiş gibiyim. Harekete de geçtim aslında yani sadece okumakla kalmadım ama yine de işler tıkır tıkır işlemiyor. Bu durumda…

Ya takıntılı salağın biriyim (evet bi miktar öyleyim),

Ya hafiften beceriksizim, pratik değilim (evet neden olmasın)

Ya yukarıda yazdığım doğru, yapmak değil de yapmayı düşünmekle kendimi meşgul ediyor aslında tüm “sorunlu” şeyleri erteliyorum (ay inşallah öyle değildir)

Ya da büyük şehirde çocuklu hayatta yetememezlik ve küçük miktarlarda kaos aslında normal bir durumdur (bak bu da kafama yattı).

Şu an hepsine eşit mesafedeyim.

Hepsi bir tarafa, bu aralar ne zaman bunalsam, hem azıcık eleştirerek hem de bir yandan gıpta ederek izlediğim bir yakın arkadaşımı düşünüyorum:

Canı ne isterse onu yapar. Yani daha doğrusu önce canının istediği şeyi yapar, gezmekse gezmek, filmse film, sonra da oturup yapması gereken işi bitirir.

Uzun vadeli planlar yapmaz, anlık karar verir; seyahatleri, ev taşıması, nişan tarihi ya da market alışverişi, fark etmez…  Karar verir yapar ve zevk alır.

Esneyebilir, değişik şartlara kolay adapte olur, bir anda çökse bile bir anda toparlanır ve sorunsuz devam eder.

Çocuğuyla da şu yukarıdaki haller dahilinde yaşamayı başardı. Hiçbir şeyden geri kalmadı aslında, kitapsa okudu, eğitici oyuncaksa aldı, gezmekse gezdi… ama mesela mama sandalyesini çocuğa yoğurt tadımı yapacağı günden bir gün önce aldı. Uyku sorunu olunca bana kitap sordu, aldı okudu, beni dinledi ama en çok da içinden geleni yaptı. Canı istediyse aldı yavrusunu evi mok götürürken gezmeye çıktı, uykusuzluktan geberiyor bile olsa o gün aldığı kitabı okumaya heves ettiyse gece yarısına kadar açtı okudu. Ben mi? Aylar öncesinden mama sandalyesi aldım, hamileyken kitapları hatmettim, her şeyi aynı anda muntazam yapmaya çalıştım ve zaten uykusuz kalacağım stresiyle erkenden yatmama rağmen uyuyamadım.

Şimdi kim daha mutlu?

Olaya nereden girdim nereden çıktım…

Ama yok bunlar hep birbiriyle bağlantılı. İşte hep bu ilk başta yazdığım “düzenleme/planlama” takıntısıyla işlerimi kolaylaştıracağım derken zorlaştırdım çoğu zaman.

Bazen kendime bu konuda şefkatle yaklaşıyorum; ben önümü görürsem daha rahat hisseden bir insanım, kendimi seveyim,  bu takıntılı olmak değil, benim rahatlama tarzım bu diyorum. İyi işler çıkarınca, “canım kendim” diyorum…

Kendimden sıkılınca da kuralcı cadaloz diyesim geliyor. Filmlerdeki disiplin delisi müdüreler gibi.

Bu kadar daldan dala atlamışken kendime minik bir yeni yıl hedefi koyuvereyim en iyisi.

Yeni yılda daha az düşüneceğim-daha çok yaşayacağım, keyif alacağım şeyler bulmaya çalışacak gerekirse okumalar-araştırmalar-planlamalar konusunda mini bir diyete girerek şişlerimden kurtulacağım.





13 Aralık 2017 Çarşamba

Selam iki yaş (krizi)! Biz geliyoruz...

İki yaş krizine adım adım yaklaşırken yine kendimi okumalara verdim… Fakat bünye artık ebeveynlik kitabı kaldırmaz olduğu için, daha çok deneme-yamulma metoduyla işlenerek işe yararlığı kesinleşmiş bilgilere ulaşmak istedim. Birkaç güzel makale okudum, krizin ortasında fırtınada kalmış gemi gibi sallanan bir yakın arkadaşla konuştum, Öğrenen annenin eski postlarından faydalandım.
En sonunda çok da “şey etmemeye” karar verdim. Tabii böyle diyorum ama arada şu durum yine de kaçınılmaz:
Çünkü her bir gelişimsel dönemi dibine kadar yaşayarak geldik şu 20. aya… Uyku konusunda beni canımdan bezdirmiş olsa da (ay yok mecaz falan değil, bezdim zaman zaman), “zor” tabir ettiğimiz bir çocuk değil benim yavru. Evet, başkalarının görüp “vay, anası babası buna nasıl tahammül ediyor yaa” diyeceği şeyleri mutlaka vardır, fakat düşe kalka kendimizce bir düzen, bir konforlu hayat rutini oluşturduk ilişkimizde. Şimdi kendi kendime diyorum ki; gelişiminin normal seyrinde bazı krizler, fırtınalar ve bir takım tatlış hareketler olmaya devam edecek. İki yaş krizi de bunlardan biri. Zaten karakter olarak kafaya taktığını takan, yapana-yaptırana kadar pes etmek nedir bilmeyen yavru, “ulan ben anamdan ayrı bir varlığım, baksana baya baya yaptırımım da var gibi, ben şunları (zavallı ebeveynlerimi) bir deneyim bakalım” moduna girmeye başladı.
Hayırlı olsun.
Bu krizler artıp da, “uykusuz günlerim iyi günlerimmiş, vay benim dertli başım şimdi ne yapayım” diye ağıt yakarsam diye tırsmıyor değilim. O uykusuzluk ve gerginlik unutulur mu diyeceğim ama insanoğlu bir garip. 6-7 hafta önce gece emzirmesini kestiğimden beri, 1 kez kalkar, hatta bazen hiç kalkmaz oldu ve ben gece 25373849 uyandığı zamanları flu hatırlıyorum. Garip demiştim, di’mi?
Neyse işte, böyle böyle ruhsal hazırlıklar yapmaya çalışıyorum kendimce.
Okuduğum makalelerden 3 sayfa çeviri yaptım kocama (evet manyağım), çünkü aynı dili konuşmazsak bazı şeylerin yokuş aşağı gideceğini düşünüyorum. O da benimle aynı yerden baksın…
Bir de, çok beğenip büyükçe bir kağıda yazdığım şu paragrafın, bu dönemi atlatmakta bir başka kapıyı açacağına inanıyorum. Burada yazanları göz önünde bulundurursam, tüm o ağlamalar ve diretmeleri, anlaşılmaz gelen halleri daha iyi tolere edebilirim gibi geliyor.
“Anne olduğumdan beri öğrendiğim en derin derslerden biri; bebeklerimizi “görme biçimimiz” in kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet olduğu... Davranışları bu inançları teyit edecek şekilde olduğundan onların çaresiz ve muhtaç (hoş olsa da) yaratıklar olduğuna inanıyoruz. Hâlbuki bebeklerimizi; hayata katılmaya hazır, yetenekli, akıllı, duyarlı, onlarla iletişim kurma çabalarımızı anlayan ve cevap veren insanlar olarak gördüğümüzde, bunların hepsinin gerçek olduğunun farkına varıyoruz.”
O büyümeye çalışan minik bir insan.
Her şeyiyle tam, sadece bazı şeylere muktedir değil. Onu anlamalı ve krizli anların harikuladeliğine gölge düşürmesine göz yummamalıyım.
Çok küçük geliyor hala bana, ama büyümesine, büyürken de biraz acı çekip/çektirmesine izin vermeliyim.
Umarım bu sürecin sonunda onun dönüştüğü “çocuk”la ve kendimle gurur duyarım.

4 Aralık 2017 Pazartesi

Nefret top6 listesi

Olumsuz şeyler düşünme, olumsuz şeyler yazma, olumsuz hissetme (cümle içinde şu ana kadar 3, tane olumsuz (aha 4!) kullandı bile!) diyorum kendime… Böyle böyle gaz vermeye çalışıyorum, fakat “yazmazsam çatlayacağım” kontenjanımı kullanarak bugünkü “nefretli” yazımı yazmak istiyorum. Nefret top6 listem aşağıda!
Bu aralar iş yerinde bir çeşit “deli”yle uğraşıyorum. Değil birlikte çalışmak, aynı ortamda bulunmak bile istemediğim tiplerden biri… Neyse, hem anlatmış olayım hem de listemde ilk sırayı almış olsun o zaman, başlıyorum:
  1. “Aklı var, fikri yok” lar: Sözlerinin/davranışlarının sonuçlarını kestirme becerisi olmayan, düşünce dünyası sınırlı, sosyal uyumsuzluk çeken tiplerden yani. Bu aralar bu tipten elimde bir tane mevcut… Aslında benim birimimde değil, ama bir proje için ortak iş yapmak zorunda kalıyoruz. Olur olmaz yerlerde dan dun konuşuyor, insanların yanında konuştuklarını hiç süzmeden aynen taşıyıp başka yerlere yayıyor, kendinin üstü insanlara saygısızlığa varan sertlikte e-postalar yollayarak işini takip ettiğini iddia ediyor, sürekli yüksek sesle konuşuyor, hafif paranoyak şiddetli alıngan, kafasına bir şey takınca onun dışına çıkamıyor… Günlerdir iş yapacağımız sürenin dörtte üçünü buna laf anlatmakla geçiriyorum… Yalnız çok dikkatli olmak lazım bu tiplerle konuşurken, kulak memesi kıvamında kurabiye hamuru hazırlamak gibi bi’ kıvamı var; otoriteni hissettireceksin ama korkutup üstüne sıçratmayacaksın, tatlı dille konuşacaksın ama senden destek aldığını düşünüp coşmasına müsaade etmeyeceksin, mesafeni milimetrik ayarlayacak asla bozmayacaksın, senin sözlerinden anlamlar çıkarmasına ya da birilerine taşımasına bir önlem olarak konuşurken kelimelerine hatta mimiklerine bile dikkat edeceksin. Yorucu. Çok yorucu. Neyseki, biz günlerdir bu döngüde yuvarlanırken konuşmalarımızı yan kübikten dinleyen bir yakın arkadaşım beni profesyonelliğimden ötürü tebrik etti de biraz motive oldum. İşte bu gazla çocuğu öldürmeden işimi tamamlamak için gün sayıyorum.
  2. Cahiller/ Cahil cesareti ile her halta burnunu sokan fakat hiçbir işin sonunu getiremeyenler: Bu modeller bende seyrimeye neden oluyor. Bunlar konuşmaya başladığı zaman kaşım gözüm seyriyor, soldan soldan inme geliyor bana… Allahım cahil insana tahammül edemiyorum! Bilmemek değil öğrenmemek ayıp lafına gönülden inanan bir Mızmız olarak, bir işe girişen insanın o konuyla ilgili genel kavramları, terminolojiyi ve en azından temel mantığı bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunların kenarından bile geçmeden toplantılarda söz alıp konuşanları görünce üstlerine şununla vurmak istiyorum;                  

Telefonundan bir kelime aratıp az sonra anlamını bilmediğini belli eder şekilde o konu hakkında konuşan insanımsı gördü bu gözler!

  1. Her şeyi çıkar amaçlı olarak değerlendirenler: Ne acıdır ki bu tipler 2 katmanda yoğunlaşıyor; yönetici ve alt birim elemanları. Hadi ikincisine -sinir de olsan- köylü kurnazlığı diyor, gerçekten görgüsü ve algısının sınırlı olduğunu söyleyerek kendini rahatlatıyorsun. Peki yöneticiler? Yahu benim yaşım kadar süredir meslekte bazıları, insan azıcık utanmaz arlanmaz mı? Her işe/ projeye/ göreve ben buradan ne çıkar sağlayacağım diye bakmak olur mu? Baktı ki işin biraz maddi ayağı da var, ağzının suyunu akıtarak o işe atlamak, o işten tecrübe kazanacak ya da faydalanacak genç insanların önünü kesmek vicdani mi? Allah ıslah etsin diyor, burada kesiyorum…
  2. Tembeller: Tembel insana uyuz oluyorum. Başka nasıl açıklayacağımı bilemiyorum, hissettiğim şey uyuz olmak. Yanlarına yaklaşmak dahi istemiyorum. İş yerlerinde ne yazık ki özellikle devlet kurumlarında, tıkır tıkır gelen maaştan mütevellit kendini salmakta bir sakınca görmeyen, onun yapmadığı işin çalışan bir arkadaşının omzuna yükleneceğinin bilinciyle gevşemiş, hatta bazen tembelliğini açıkça dile getirmekte bir beis görmeyen “asalak” tipler… Kocamın bu konudaki anısı daha efsane; iş yerinde bir dosya ile ilgili işlem istediği 30 senelik memur işi yapmıyor… Bir oluyor, iki oluyor, benim koca 3. Kez üsteleyince kadın ağlamaya başlıyor! Ben bunu hiç yapmadım bilmiyorum çok üstüme geliyorsunuz diye… Şimdi şu iki şeyi aynı cümlede kullanalım: “30 senelik memur” – “Daha önce yapmamış/bilmiyor” !
  3. Daha ilk cümlede hayat enerjini sömürenler: Ben kendime çok yüklendiğimi düşünüyorum bunları görünce, ben olumsuz bir insansam bunlar ne? Ben sadece gerçekçiyim, söylenmeyi severim evet ama o da kendi kendime. Enerji bükücülerse bambaşka bir “şey”, çünkü; daha ilk cümlesinden başlayarak içinize bir taş oturtmayı başarırlar, konuşurken kullandıkları ses tonu bile tansiyonunuzu bir aşağı bir yukarı vurmaya yeter. Size yapılması gereken o işin ne kadar zor yahut imkânsız olduğunu, herkesin yamuk bir onun doğru olduğunu, ne kadar çok çabaladığını ama olmadığını, feleğin sillesini, çileeeeee diyen bülbülü anlatır. Şişersiniz, patlayamazsınız. Yaptığınız işten soğursunuz. Biraz uzun konuşursanız hayattan bile soğursunuz. Görünce kaçın diyorum.
  4. İş çalanlar: Bunlar kendilerini aşırı akıllı zanneden grup. Yaptığınız işi siz yokken sahiplenmeye çalışanlar hep bunlar işte. Elimden aldığı bilgi notu/doküman/belge ile makama çıkıp, hazırlamadığı gibi zahmet edip göz bile gezdirmediği o çalışma hakkında ahkâm kesmeye çalışanlarla bir arada çalışıyorum uzun zamandır. Sorumluluk hassasiyeti yüksek - tabii bir de salak bir “inek”- olduğum için kendimi bunlardan korumayı hala ve hala tam olarak öğrenemedim. Mal gibi çalışıp yaptığım işi başkalarının kullanmasını izliyorum. Sonra o işin hamallığı tekrar bana yıkılıyor yalnız inanır mısın? Cambaz olsa yapamaz diyorum bu elden ele aktarmayı, ama yapıyorlar. İhale bana patlıyor, kaymağını onlar yiyorlar.
  5. ......


Ayyyyhhh! Daha yazacaktım ama yazdıkça işe gitme hevesim sönmeye başladı, rahatlamak için yazdığım yazı bana pahalıya patlayacak, burada bırakıyorum!

Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...