28 Mayıs 2017 Pazar

Parktaki kız...

Bugün sabah yavrunun burnu akmaya başladı. Dün gece neden 6 kez uyandığını da anlamış oldum böylece. Gece o kadar sinirlenmiştim ki saat başı kalktığı için, hastalığını anlayamadım diye utandım... Sonra tabii bir panik dalgası geldi; hadi ateşlenirse yine? Hadi yine o iğrenç öksürük başlarsa? Daha uyku düzenini tam toplayamadık bile son hastalıktan bu yana, hadi iyice karışırsa uyku durumları? Bunları düşündüm düşündüm darladım kendimi.

Sonra yine sosyal medyada daldan dala atlarken nasıl oldu bilmiyorum daha önce hiç okumadığım bir bloga rastladım. Sekiz aylık bebeğini kaybeden bir annenin kızına yazdıkları... Ağlamaya başlayınca okumayı bıraktım.

Başını iki yana sallayarak öğle yemeğini yemeyi reddeden yavruya kızamadım elbette okuduklarımdan sonra. İçimdeki taş gibi ağırlık gitsin diye dua ettim, yavruyu masadan kaldırdım.

Hem bir kaç işimizi halledelim hem de yağmur yeniden bastırmadan yavruyu parka götürelim diye alelacele çıktık evden anneanne ve dedesiyle birlikte. Parka vardığımızdam salıncaklardan biri boştu, hemen yerleşti minik canavarım. Yavruyu sallarken az ilerideki çocuklara gözüm takıldı. 4-5 yaşlarında bir kız, bir erkek: Tombul erkek çocuğunun aksine oldukça ince yapılı, uzun  saçlı bir kız... Bakarken anlayamadığım ama beni rahatsız eden bir şey hissettim ve küçücük çocuğa neden ruj sürmüşler, hem de bu renk dedim içimden... ve boğazıma bir cam kırığı saplandı aynı anda! Allahım çocuk hasta!!!

Hemen gözlerimi çevirdim, çocuk ya da annesi fark edip üzülmesin diye. Gözlerim önümde, bir yandan kendime gelmeye çalışır bir yandan da yavruyu sallarken, sol tarafta birilerinin olduğunu hissettim. Baktım, çocuklar yanıma gelmişler. Salıncağın demirine yaslanmış yüzüme bakıyor kız, belli ki salıncağa binmek istiyor. Yan tarafta kızını sallayan adamdan çekinmiş olacak ki, beklenti içindeki gözleri bende yavrucağın.

Yüzüne bakınca teninin gri rengini, mavi-mor dudaklarını, o hassas cildinin altındaki yeşil damarları görüyorum. Muntazam bir suratı ve yorgun gözleri var. Aynı anda bir şeyi daha fark ediyorum; ayakta duramıyor, demirlere tutunuyor beceriksizce, ama salıncağa binmek istiyor! Gülümsüyorum cam kırığını yutmaya çalışarak, "Sallanmak mı istiyorsun? Kardeş şimdi iner, sen sallanırsın tamam mı?" diyorum, başını sallıyor. Çocuk ayakta duramıyor, çocuk ayakta duramıyor, çocuk ayakta....... diyen sesle beynim zonkluyor.

Ben yavruyu kaldırmak için davranmadan yanımdaki adam kızını kaptığı gibi gidiyor. Bilmem o da yardım etmek istediği için, bilmem kendi çocuğunu korumak için. Kızını kaçırır gibi alıp gitmesi içime oturuyor. Neyseki ufaklık bunun üstünde durmuyor da hemen salıncağa geçiyor. Tombul oğlan sallıyor kızı, benim yavru da eğilip eğilip bakıyor kıza, "Ablaya en salla oğlum" deyince hemen gülümseyip el sallıyor, tabii kız da ona... Biraz içim rahatlıyor. Sonra oğlan yan çizmeye başlıyor; yoruldum annemlerin yanına gidelim diye tutturuyor. Kızcağız gitmek istemese de mecburen arkasına düşüyor, parkın diğer ucuna doğru gidiyorlar... Arkalarından bakıyorum, gözlerimi çevirmiyorum bu kez. Acaba ben mi sallasaydım diye hayıflanıyorum.

Sonra birden beni niye sallamıyorsun anlamına gelen çığlığı ile kendime geliyorum yavrunun... Artık sallanmak istemiyor, kucağıma alıyorum, burnu akmış ama yüzü gülüyor, gözü diğer oyuncaklarda, kucağımdan inmek için deliriyor. İyi diyorum, çok şükür iyi, Allahım ne olur tüm yavrular her zaman iyi olsun...

İçim yanıyor.

26 Mayıs 2017 Cuma

Delirdiniz mi? Ben? Henüz değil...

Bu aralar instagramda gördüğüm fotoğraflar sonrası en çok sorduğum soru şu olmaya başladı: "İnsanlar ikinci çocuğu nasıl yapıyor?". Hayır yapıyorsunuz da, daha ilk çocuğunuz benimki kadar, deli misiniz? Ya da o çocuk kurmalı bebek falan mı? Kurunca oynuyor, sonra bir kenarda sessiz kıpırtısız oturuyor mu? Kaza kurşunu desem, hepiniz yazmışsınız yaş farkı az olsun istedik diye, siz gerçek misiniz?

Bir kız kardeşim var. Hayatta en kıymet verdiğim şeylerden biri de aslında kardeşlerin birbirine karşı hissettiği o bağ. Bazen tel gibi gerilen bazen insanı sarıp sarmalayan... Her zaman insanın kardeşi olması harika diye düşünmüşümdür. Çocuk istemediğim zamanlarda bile, bir gün çocuk sahibi olursam iki tane olmalı diye hayal etmişimdir bu yüzden.

Ama... Ama arkadaşım çocuk bakmak acayip zor birşeymiş! Bunu anladığımdan beri; ikinci çocuk muuuuu anammm hayatta olmaz, elimdekini sağlıkla büyüteyim bana yeter diyerek (Bunu cesaret edip de kocamın yanında yüksek sesle söylememiştim, artık yazıyı ne zaman okursa akşam evde kavga var) geziyorum. Sonra da kardeşsiz de olmaz diye düşünüp kendimi bunaltıyorum.


Neyse, yine başa dönersek, o instagram fotolarına bakarken, içimden cılız bir ses, "Belki bir bildikleri vardır" dedi geçen gün. Aslında fiziksel olarak gayet rahat ( Diğer konularda oldukça zor, ama başka bir yazı konusu olur) bir hamilelik geçirdim. Ne bir bulantı ne bir şişlik yaşadım, hatta 42. haftaya dönen hamileliğime rağmen yürüyüş yapabiliyor, doğuma giderken alyansımı parmağıma takabiliyordum. Gayet iyiydim yani. Yine de bir hamilelik fikrine tahammül edemiyorum ben şu an. Fakat bir taraftan da, bir kaç sene bekleyip bir çocuk daha istersek yaşım ilerlemiş olacak, hadi bu kez zorlanırsam diye düşünüp duruyorum. E işte, bu instamomlar peş peşe çocuk yapıp ileri yaş hamilelik derdinden kurtulmuş olmuyorlar mı aslında?

Geçen kabaca bir hesap yapınca benimkiyle aynı model bir bebeyle hayatımızın 2 senesini tam bir uyku yüzü görmeden ve totalde 3 senesini biraz olsun nefes almadan ( sakince yemek yemek, seyahat etmek vs.) geçireceğimizi fark ettim. Bir de şans bu ya, aynı model bebeden bir daha yapsak etti mi 6 sene! Çocuk dediğinin tantanası bir ömür sürüyor zaten ama bu sayılar deneyimli ebeveynlerden aldığımız tüyolar sonucu elde ettiğimiz "asgari ölçülerde insani yaşama geri dönme" süreleri... Hal böyle olunca düşündüm, acaba bu hatunlar peş peşe yavrulayınca bu toplam süreyi de kısaltılmış oluyorlar mıydı? Bu da aklıma geliveren bir soru...

Tabii bir de büyük yaş farkının kardeşler arası sonuçları var. Kardeşimle aramızdaki yaş farkı 6. Bu fark yüzünden ben üniversite, o da orta okul-lise çağlarına gelene kadar tam bir iletişimimiz olmadı. Ben çocukken o bebek, ben ergenken o daha oyun çocuğuydu çünkü. Sonradan ayrılmaz ikili olabildik biz. Bu tespitten sonra bir soru daha belirdi; küçük yaş farkı kardeş iletişimine iyi gelir miydi acaba?

Derken ne halt ettiğimi anladım! İçimde sinsi sinsi büyüyen bu sorulara bakakaldım! Heheeeyyttt millete deli diyordun ey Mızmız, deli diye sana derler, ne yapıyorsun... Dedim. Fakat haklı gerekçeler bulmuştum bile onların adına.

Sakinleşip de kendime dürüst olmaya karar verince bi' aydınlanma daha geldi bana. Bir kere, ne kadar şikayet edersen et, o yavruyu böyle içine sokmak, hapur hupur yemek istiyorsun ya... Bu delilik aslında tüm şu sorulardan ve cevaplarından daha etkili aslında. Gerçek delilik de bu zaten.


Haaa... Henüz o kadar delirmedim :) Ama bir gün... Belli mi olur!


23 Mayıs 2017 Salı

Varlığı bir dert, yokluğu yara: Kilo!

Kendimi beğenmiyorum bir kaç aydır. Söylenerek giyiniyorum falan... Zaten uzun zamandır pek birşey almadım, kocam inanamıyor ama alışverişe gitme tekliflerini geri çeviriyorum. Çünkü hem o uygun bedeni bulma çilesini çekmek, hem de bulsam bile içime sinmeyen o görüntüyü görmek istemiyorum.  

Aslında herşey hamilelikle başladı. Nasıl beslenmem gerektiğini ve almam gereken ortalama kiloyu konuşuyoruz bir kontrolde. Beslenmede çok sorun yok, öğün atlamam, et, balık ve sebze okey, yemek seçmem, abur cubur nadiren yerim, tek zayıf noktam arada bir yediğim cips ve yaz kış devam ettiğim dondurma... Ama doktorum beni kilo konusunda feci sıkıştırıyor; genelde 10-13 kilo arasında almasını isteriz anne adaylarının diyor, ama senin enn azz 16-18 kilo alman şart! 

Evet çünkü çok zayıfım. Evet acayip zayıfım. Evet evet çöp gibiyim. 
Hayır hasta değilim ( burada asıl sorulmak istenen şu; kanser misin? Degilsen anoreksik misin?), hayır sonradan zayıflamadım, hayır özel birşey yapmıyorum.

Doktor beni böyle uyarmakla kalmayıp bir kaç tane de felaket senaryosu çizince bende başladı bir korku. Kendimi bildim bileli minik bi insanım ben. Boyum 1.62, eh uzun değilim ama Türkiye'de yaşıyoruz yahu, hatun kişilerin ortalama boyu kaç ki... Çocukken de zayıftım, ergenken de... Hatta kilom lise birden beri aynı. Hiç değişmedi. Ben de kendimi böyle kabullendim, kiloma sataşanlar, alttan alta kıskanıp laf söylemeye kalkanlara müthiş sinir olsam da kendimi çirkin bulmadım, hatta kendimi gayet de çok sever(d)im ayol. Şunu söylemeyi çok istediğim olmuştu bu sebeple: 


Neyse, doktorun yanından çıktığım gibi, zaten hamile olduğumu öğrendiğim andan beri günde 6 öğün ve bol bol yediğim sağlıklı tüm yiyecekleri listeledim ve diyetisyene gittim. Ben bunları yiyorum, oldu 16 hafta daha 1 kilo ancak aldım, yardım et dedim. Kadın listeye baktı ve "Devam et, söyleyebileceğim hiçbirşey yok " diyerek (Tabii parayı almayı ihmal etmedi) beni yolladı. Uzatmayayım, 20. Haftadan sonra kilolar başladı gelmeye. Tabii erken doğum riski falan deyip kıpırdamadan yattığım 1 ayın da etkisi var diye düşünüyorum... 42. haftaya dönerken 15 kilo almıştım sonunda. Bana koyulan hedefe ulaşamamış olsam da, ikimiz de sağlıklıydık ve resmen bi' güzellik gelmişti bana. Bu güzelleşme durumunda muhteşem hormon bombardımanının etkisi tartışılmaz tabii, ama benim de ilk kez yanağım, kalçam falan vardı düşünsene... 

Ben kendime hayran kaladurayım, yavru doğdu 3.900 zaten, ödemdi suydu derken bir kaç hafta sonra kilolar erimeye başladı. Bir kaç ay sonra noluurrr hepsi gitmesin diye tırmalıyorum fakat yavruyla yalnızım ve totom koltukla ancak gece buluşuyordu, sonunda olan oldu: Şu an hamilelik öncesinin 1.5 kilo altındayım. Devasa karnımı özlemiyorum elbette, ama çırpı kollarım ve bacaklarıma bakınca, yerine göbekli zamanlarımdaki hallerini getirmek istiyorum. Hadi göz altı çukurları 13 aylık uykusuzluktan, nerde güzelim yanaklar? 

İlk kez kendimden hiç mi hiç memnun değilim. Üstelik beslenmem de iğrenç şeylerle doldu. Habire şekerli şeyler yiyorum mesela, bana iyi gelmediğinin farkındayım ama canım sıkıldıkça dadanıyorum. 42 hafta boyu 1 kere paketli gıda, şeker içeren ürün ya da gazlı içecek ağzıma sürmeden mis gibi kilo almıştım. Şimdi hem bir düzen kuramıyorum hem de sağlıksız şeyleri bırakamıyorum.


İnsan iradesini kullanmalı, kendini kontrol etmeli vıdı vıdı vıdı diyen ben, kendimle göz göze gelemiyorum. Üstelik insanların çoğu fazla kilodan muzdarip olduğu için kimseye derdimi de anlatamıyorum.

Ay baya üzgünüm işte. 

Sanki evde yavruyla baş başa olduğum sürece hiçbir diyete uyamam gibi geliyor. Bahane mi bilmiyorum.


16 Mayıs 2017 Salı

Rüyalar, kazalar ve cinnetler

Bu kadar sinirliyken yazmamak gerek aslında. Hatta hiçbirşey yapmamak gerek belki ama başka nasıl sakinleşebilirim bilmiyorum. Bildiğim diğer yol salya sümük uzun uzun ağlamak, onu da yavruyla yapmak mümkün değil.

                                  Bu yazıya bi "çığlık" yakışırdı ancak...

Yavrunun son bir aydır bana yapışmış vaziyette olmasını doğum günü sonrası geçirdiği hastalığa bağlamıştım. Düzelir dedim ama daha da arttı, tamam olabilir 1 yaş dönemiyle birlikte böyle şeyler oluyormuş diye düşündüm, bak dedim iştahı da düzelmedi ama okuduklarım da bu yöndeydi, uyku olayı desen o da tam rayına oturmadı o zamandan beri ama bu da olabilirmiş, "geçici geçici bunlar, hadi bakalım asma suratını" dedim kendi sırtımı sıvazladım, idare ettim haftalardır. Bugün sabah aşıya gideceğiz, üstüme bir tişört geçirecek fırsatı bile vermiyor, babasına gitmiyor, o da geç kaldım işe diye 100. kez söylenip beni bunaltıyor. Kızdım yavruya, sonra da kocaya kızdım tabii sonra da için için kendime kızdım. Evden çıktık ama arabaya binmesi var...

Oto koltuğunda oturma olayı zaten doğduğu günden beri kriz! 9 aylık olur olmaz gittim en güvenli, en konforlu, en yüksek ( belki böylece etrafı daha iyi görür de ağlamadan biraz daha uzun oturur diye) oto koltuğuna dünyanın parasını bayıldım geldim. Sonuç? Bi' moka yaramadı. Canı isterse belki biraz duruyor istemezse ortalığı yıkıyor, içi çıkana kadar ağlıyor. Mesela dün; o kadar çok ağladı ki yine kusacak hale geldi ve arabayla 10 dakikalık yolda kendini oradan kaldırttı, memeye yerleşti ve tık diye uyudu! Halbuki uyku saatine daha vardı... Çok ağlarsan seni oradan alırız diye öğretmiş olduk ona mı üzüleyim, madem alacaktık niye o kadar ağlattık yavruyu ona mı üzüleyim bilemedim...

Bugün sabah da aynı şey, daha koltuğa koyarken ciyak ciyak bağırmaya başladı. Bahçeden çıktık hala bagrış çağrış içindeyiz, koca da niye bilmem köşeden dönmek yerine geriye aldı bir anda arabayı ve güümmmmm! Aklım başımdan gitti. Anlamadım bir an için, kaldırıma mı çıktık ne oldu! Arkamızda araba varmış meğer, gelmiş arkamıza kadar yanaşmış, biz de bir güzel çarptık adama. Yavru kucağımda kalakaldım inemedim bile arabadan. Korktuğum başıma gelmişti işte, yavru kucağımdayken bir çarpışma! Neyseki ciddi birşey yokmuş adamda, bizim araba hafif hasarlı, hareket ettik az sonra. O sinirle nasıl kaptığım gibi koltuğuna oturttum yavruyu bilmiyorum. Bir taraftan da kükreyerek bağırıyorum hem de ağlamak üzereyim, "bundan sonra herkes koltuğuna oturacak, sesini çıkarmayacaksın, herkes yerinde oturacak bir daha bağırdığını duymak istemiyorum" diye... Öyle korktu ki o halimden, ağlamadı bile, sessizce oturdu, kemerini bağladım kıpırdamadan bekledi. Dönüşte aşı olduğu halde hiç ikiletmedi, mızırdanmadan oturdu yine.

Tabii benim şuan içim parçalanıyor. Kağıt kesiği misali, görünmez ama çok feci bir acı var kalbimin olduğu yerde... Çok kötü davrandım çocuğa... Üstelik çok çok korktum. Gece bir rüya görmüştüm, dişlerimi çekiyorlardı. Ne zaman bu rüyayı görsem kötü birşey olur. Zaten sabahki gerginliğimin, daha evden çıkmadan daralmamın bir sebebi de buydu. Aklıma geldikçe elim ayağım titriyor, ya sert çarpsaydık ya tutamasaydım kucağımda? Bu oto koltuğu meselesi yüzünden yaşadığımız sinir krizlerinin nedeni hep bu korkuydu işte. Şimdiye kadar 10 kere bağırdıysam ona 7 tanesi arabadadır herhalde! Gerisi de kesin uyku yüzündendir. Diğer tüm huysuzlukları sakince karşılayacak sabrı buldum ama bu konuyu çözemiyorum. Konu güvenlik ne yapayım korkmuştum diye kendimi savunmak istiyorum ama o kadar ürkütücüydüm ki o an, eminim buna, kendime kızıyorum elimde olmadan. Keşke daha sakin olsaydım. Kalbim sızlıyor. Daha da kötüsü tüm gün içimdeki sıkıntı ve sinir geçmedi ne yapsam geçmedi. Akşama kadar bunlardan kurtulamadığım için de üzülüyorum.

Çok üzülüyorum yani o kadar...
Geçmiyor.




9 Mayıs 2017 Salı

Tarihe not- uçak yolculuğu-

Dün, 13 aylık hayatının ilk uçak yolculuğunu yaptı minik tazmanya canavarı. Yalnız o ne strestir anneyle babadaki! İkimiz de uçaktan korkmayız (babası belki biraz, heheh hehehe), Ankara şartları malum; zorluk olmasın diye transfer vs. ayarlanmış, herşey tamam. Amaaaaa sinirler gergin; çünkü elimizde oto koltuğunda 5 dakikadan fazla oturmayan, sabit durmak istemediği için üç tekerli bisikletine bile binmek istemeyen onun yerine yandan tutunup yürümeye çalışan bir yavru var. Uçakta biz bunu nasıl zapt edeceğiz diye düşünüp durmaktan helak olduk.


Uçak saati yaklaştıkça karnıma ağrılar girdi, deyim olarak söylemiyorum, gerçekten karnım ağrıdı çocuk gibi..! Bir saatlik Antalya uçuşu gözümüzde büyüdü de büyüdü... Kafa kafaya verdik oyalama stratejileri düşünüyoruz falan, zannedersin olağan üstü hal için toplanmışız, bir ciddiyet bir asabiyet. Çünkü kesinlikle inanmıyoruz o daracık koltuklarda bir saat boyunca kucağımızda oturacağına. Zaten uçağın kalkış saati de tam uyku vaktine denk geliyor, e bizimki evden başka yerde uyumaz, uyku da başına vuracak mahvolacağız kaçarı yok diye kendimizi paralıyoruz. Hatta, darlanıp ortalığı yıkacağına o kadar eminiz ki yavru kalkışta korkar mı, ne bileyim kulakları tıkanır rahatsız olur mu gibi sorular aklımıza daha sonra geliyor.

Hani tatile bu kadar ihtiyacımız (tamam tamam daha çok benim) olmasa vageçeceğiz. Vazgeçmedik tabii, kuzu kuzu bindik.

Uçağa bindik ne oldu? Herşey ilgisini çekti, etrafa bakınıp durdu, öndeki arkadaştan gelen kraker ikramını havada kaptı ve yol boyu afiyetle kemirdi, yanımızda oturan orta yaşlı ciddi adamla oynamaya başladı hatta adamı güldürdü yol boyu. Biz de babasıyla salak salak bakıştık ve inanamadık. Vay anasını sayın seyirciler, yavru ilk kez kucakta oturdu. Arada bir koca sesiyle "meeaameeemmm memeemm" diye yakamı asılması dışında da gürültü bile yapmadı. Zaten gürültü yapması hiç umrumda değildi; yeter ki kendini parçalayarak ağlamasın, üzgünüm ama gürültü diğer yolcuların sorunu diye düşünüyordum, yalan yok :) (bknz sese duyarsızlaşmış ve arsızlaşmış ana modeli). Neyse, sonuç olarak gayet neşeli ve inanılmaz ama "uslu" bir 60 dakikaydı.

Bu sebeple, dönüş yolunda ne olur bilmem ama, yaşadığım en güzel yanılmaydı diyebilirim.

Tamam bazı konularda zor bir çocuk ama ben de (biz de) fazla korkak ve endişeliyim demek ki... Bu da bana ders olsun. Artık en kötü senaryo için önceden üzülmeye gerek yok. Karşımdaki bebek. Sağı solu belli olmuyor işte. Hem her gün büyüyor ve değişiyor. Bugün yaptığını yarın bırakıyor, ya da tam tersi...

Öğrenmiş oldum. Mutluyum:)

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Burnumdan analiz akıyor kaçın

Yatay duruşumu bozduğum an foşur foşur akan burnumla birlikte beynimin sulanmış kısımlarını kaybetmeden bir kaç analiz yumurtlamaya geldim. Zira yemek misali beynimin de faydalı kısmının suyunda olmasından endişe ediyorum şu aralar...
                    

Neyse gelelim analize: Bence yeni nesil ebeveynler olarak baya kafayı yemişiz (Analiz aşağı yukarı bundan ibaret). Üzgünüm, kendimle birlikte diğerlerine de saydıracağım biraz çünkü birbirimizden etkileniyoruz. Yani ben etkileniyorum; oooo falan kitabı okudun mu dedi, vaaayyy onlar filan yere sormuşlar çocuğun uykusunu/yemesini/davranışını, anaaaam çocuk şunu kullanmasa olmazmış... Bunlar geçiyor aklımdan yalan değil. Sonradan hepsini bir akıl mantık süzgecinden geçiriyor, imkanlarım ve aile yapımız açısından değerlendiriyorum, ve evet tamam boşver sen iyi gidiyorsun dediğim çok oluyor kendime, amaaaaa neden ben bu sorgulamaları yapmak zorunda kalıyorum ki? Yahu hepimiz aynı jenerasyonun üyeleri degil miyiz? Temel ihtiyaçları tam sağlamak, çocuğa göz kulak olmak ve ben burdayım diye destek vermek yeterli gelir diye düşünerek büyütmedi mi bizi anne babalarımız? Hepsi buydu yaa, başka bir araştırma başka bir tedirginlik söz konusu değildi... Evet kabul, kişisel defolarımız var çocukluktan kalma, ama kimde yok ki? Hem ben artık bazı noktalarda bunun önüne geçilemeyeceğini düşünmeye başladım. Niye mi? Çünkü ben kaş yapayım derken göz çıkarıyorum gibime geliyor... Mesela diyorum ki kendime, bak bu hareketine öyle tepki verme yavrunun, bir dahakine şöyle yap, kitap/ uzman ne diyordu hatırla... Hah, işte ne zaman kendime bunu yaptırmaya kalksam sanki daha çok yanlış yapıyorum. Bu durum acayip canımı sıkıyor.

Bir de, aslında çok gerekli görmediğim birşeyi yapmadığım zaman kendimi yine de eksik hissetme halim var. Oyun grubu meselesi mesela. Düpedüz saçma geliyordu bana. Ayına uygun nitelikte oyuncak, kitap vs. alıyorum yavruya sürekli, günde iki kez de dışarı çıkarıp parklarda, çimlerde ve nerede korkunç pis bir toprak birikintisi (!) ya da kum havuzu varsa orada oynamasını sağlıyorum. Deli gibi eğleniyor. Yaşıtı bebeği olan arkadaşlarla çok sık görüşemiyoruz diye endişeleniyorum bazen ama yavru da oyun kuracak yaşta değil zaten. Eeeee, o zaman niye oyun grubu araştırıyorken buluyorum kendimi? 

Kendime yaptığım yalandan açıklama şu; kışın dışarı çıkılamaz kadar soğuk olduğunda annemleri bunaltmasın kendi de bunalmasın çocuk, haftada bir kaç gün bir kaç saat değişiklik olur ( Daha işe başlamama en az 3 ay kara kışa da 7 ay falan var bu arada çaktırmayım), herkes daha rahat eder. İyi de be kadın, insanlar sırf yavruya bakmak için düzenlerini bozup Ankara'ya yerleşiyorlar bir iki seneliğine, sen kendin de anneanne ve dedeye hala aşık bir insansın, biliyorsun ki onların sevgi ve ilgisinden daha iyi gelecek birşey yok, ne diye kasıyorsun? Üç tane oyuncak tepesinde zıplayıp boyama yapacak diye akıl almaz paralar isteyecekler, büyük ihtimalle de değmeyecek. Derdin ne? Ne olacak, geçen bir yerde okudum; oyun gruplarında yaşıtları ile bir arada olmak, bir öğretmenin yönlendirmesi ile tanışmak ve yarı bağımsız vakit geçirmek hem çocuğa sosyal anlamda faydalı oluyormuş hem de sınırları öğreterek kreşe başlama döneminde kolaylık sağlıyormuş. İşte bu açıklama kafamda susmayan araba radyosu gibi ötüp durunca kendi kendimden şüphe ediyorum. Gereksiz diyorsun ama hadi gerekliyse??? 


                       

Halbuki zamanı gelsin bi' bakarız bile diyebilsem, bu rahatlığı bari kendime sağlasam, daha konforlu olacak çocuk büyütme işi. 

Her halt için delirmenin lüzumu ne? Herşeyi didiklemenin, yapılacak ve yapılmayacak her hareket için hedefler belirlemenin? Sonra da hepsine kafa yormanın anlamı ne?


Ay yok bir anlamı falan.

Mesela şu an bunları yazıp rahatladım diye memnunum ama babası yavruyu devralmışken kendime bir iyilik yapıp mışıl mışıl uyusam daha memnun olabilirdim. 

Bi' dahakine inşallah...


Öcü!

İnsanların neden birbirine “öcü” gibi baktığını anlamakta zorlanıyorum. Ben de sıradan bir insan olarak bazı şeylere şaşırmaya, tanıma...