Yine bulduğum ilk fırsatta memlekete gelmek suretiyle birazcık, küçücük, minicik de olsa dinlenme fırsatı bulmuş olmalıyım ki kendimi çok dinler oldum. Kendimi dinleyip dinleyip hepsini yazmak istiyorum haliyle. Bitecek gibi değiller, en iyisi bunları aklıma geldikçe seri halinde yazayım da kaybolmasınlar.
Olur olmaz her akıma, düşünce ya da felsefeye, hakkında doğru düzgün bilgi sahibi olmadan atlayan insanları; bir kıyafet sırf moda oldu diye yakışır mı demeden alıp giyen ve komik görünen tiplere benzetiyorum, uyuz oluyorum. Fakat, fark ettim de; ben kendime de uyuz oluyorum! Bir şeye merak saldım diyelim (mesela bu aralar sağlıklı beslenme ve "anda kalma" ya), başlıyorum okumaya. Kaliteli kalitesiz bilgi ayırt etmeksizin her bulduğumu okuyorum, çünkü merakımı dizginleyemiyorum, ama bu sırada kafam oluyor çorba... Neyse en sonunda doğru kaynaklara ulaşıyorum ama tabii bu okumalar konusuna göre haftalar, aylar alıyor. Bu süreçte ya konudan sıkılmaya başlıyorum ya da detaylara girdikçe o her zamanki "doğru yapamazsam" vesvesesi gelip içime oturuyor; cesaretim kırılıyor. Elimde bavul dolusu bilgi ve içimde bir ağırlık kalıyorum öyle. Harekete geçemiyorum.
Sonra da suratım böyle oluyo işte...
Halbuki ne gerek var bu kadar abartmaya? Hani benim Türk genlerim, hani benim ata yadigarı "kervan yolda düz(ü)elir" anlayışım?! Nerde bu rahatlık, nerde bu cahil cesaretim!
Bu konuda süt kardeşimin (Evet süt kardeşim var... Erkek kardeşim olsa nasıl olurdu sorusunu bu şekilde kendimce cevaplamama vesile, teşekkürler annelerim!) yaklaşımını pek severim. Gayet analitik bir insandır kendisi, zaten iktisatçı, her şeyi bir kar zarar dengesi ile tartar, neden sonuç ilişkisine bağlar ve halleder. Öğrendiği şeyleri benimle paylaşmaktan zevk alır sağolsun, şöyle söyler sonra da "Biraz okudum, seninle de bir tartışalım istedim. Ne dersin hocam, yapılamaz mı?". Sonra da yapar. Nokta. Bayılıyorum bu hallerine. Ben beyin fırtınalarımda serçe kuş misali çaresiz debelenirken o uygulayıverir. Keşke yapsam ben de...