Ocağın yarısına geldik. Eve taşınma işi sonu fos çıkan salak dizilere benzedi. Beklentiyi her yeni haberle yükseltip, sonra fıssss diye söndürüyorlar sanki. Oturduğumuz evi tutmak istiyorlar diye gelen 4. kiracıya Şubat 15 gibi çıkacağız demiştik, o zaman haberler o yöndeydi. Ankara’da zırt pırt kar yağdığını ve bizim evlerden ses olmadığını düşünürsek İglo nasıl yapılır videosu falan bulup izlesem iyi olur. 2+1 bize yeter bence, şu şekil bişey de olabilir tabii, neticede yaşasın sadelik;
İş yerinde gıybetin dibine düştük bu ara. Allah affetsin bir sus, iki sus, üçüncüde bi bakıyorsun kürsüden halka seslenir gibi savuruyorsun gitsin. Üstelik öyle pis bir iş ki, ağzını tamamen iyi niyetle ve yardım etmek, bir yanlışı işaret edip doğrusunu göstermek için bile açsan, lafın “…neyse çok konuştuk, dedikodu olmasın” diye bitmesine engel olamayabiliyorsun. Valla gidişat iyi değil. Bir mıntıka temizliği lazım bana.
Bundan da giyersem tam olacak sanki...
Bu aralar yavru da hafiften isyanlarda. Öyle bağırmalı çağırmalı da değil, alttan alttan bi dümen hazırlıyor gibi, sanki biriktiriyor da çok pis patlayacak… Havalar bir anda aşırı soğudu, evden çıkamaz ya da yarım saatten fazla dışarıda kalamaz oldular. Biz akşamın köründe eve varıyoruz, kapıda yakamıza yapıştığı gibi suyumuzu çıkarırcasına ilgi, alaka, oyun istiyor. Bunda sorun yok, samimi bir şekilde anlıyorum. Arada bir gözlerimi gözlerime dikip sonra da “ben gidiyorum!” diyerek odadan çıkıp gittiğinde anlamıyorum ama… Zorlukla çalışmaya ikna ettiğim beynim ve açık tutmaya çalıştığım gözlerimin ardından sisli düşünceler geçiyor. “Neye bozuldu bu şimdi? E neşeli neşeli kitap okuyorduk ya…” Bunları uzun süre düşünür de harekete geçemezsem salon kapsının ardından sesi geliyor; “Ağlıyorum ben. Bak ağladım!”. Elbette ağladığı falan yok. Gerçek bir ağlama gelince gözlerden pıtır pıtır yuvarlanıveriyor gözyaşları, minik burnu da kızarıveriyor. Ne kadar yorgun da olsam elektrik verilmiş gibi tüm kaslarım canlanıyor. Bak yazarken bile içim bi kavruldu, manyak mıyız neyiz ana kısmısı olarak? Haa bu arada kitap okurken niye delirdiğini de anladım; kitapta karpuz yiyordu kahramanlar, buna bozulmuş. En sevdiği şey karpuz bizimkinin, fakat biliyor ki şimdi karpuz yok, istese de, ağlasa da yok. Aklı ve muhakemesi buna yetiyor, harika. Yine de trip yapmak ihtiyacı duyuyor, bu da harika galiba. Ne biliyim…
Bunu da sevdiğim için koydum. Yakında daha fazla lazım olacak gibi...
Millet domuz gribinden kırılıyor. Geçen sene yavru da geçirmişti, hiç hoş bir hatırası yok bizim açımızdan. Ödüm kopuyor yalan değil. Arkadaşlarım, onların arkadaşları, akrabalar derken baya şehir efsanesi gibi “omuz gribi şöyle çarpmış” konuları konuşur olduk. Bence baya korkunç durum vaziyet. Annem envai çeşit baharatı balla ve limonla karıştırıp yutturuyor bize. Artık savaşmıyorum hatta içerikleri ve tek tek etkileşimlerini falan da araştırmadım. Sabahın köründe çıkan programların birinde doktor anlatmış. “Anne şunları dinleme yaaa!” deyince patoloji uzmanı doktor kuzenine topu atıp, geçen gün Gülçin de bizim grupta paylaştı diyor. Bilemiyorum artık doğru mu... Gülçin ablayı da mı satın aldı baharat lobisi, onu da bilmiyorum.
Hasta olmadan kışı bitirirsek annemin karışımlarının işe yaradığına inanmayı seçeceğim artık mecburen.