Yaz gelince bana bi his geliyor; güneşin, sıcağın, uzayan günlerin bir dakikasını bile ziyan etmemeliyiz gibi... Gerçekten böyle hissediyorum çünkü kışları hep birbirini tekrar eden günlere inat sanki sonsuz seçeneğimiz var. İşten çıktığımızda hava aydınlık oluyor ki bu durum benim yaşama sevincimi doğrudan arttıran bir faktör. Yemeğini kap hemen dışarıda piknik usulü ye, biraz meyve atıştır hava kararana kadar dışarıda takıl sonra yemek ye, market işin varsa hallet, yakınlarınla buluş, üstüne yorgunluk çöken o son noktaya kadar eğlenmene bak, yaşadığını ve doğanın da yaşadığını hisset, gökyüzünün pembe-mor oluşunu seyret, daha bir sürü şey…
Şimdi bu edebi paragrafı neden yazdım? Kocama çemkirmek için! Havanın sıcak olduğunu bahane ederek okuldan aldığımız yavruyla bizi eve çıkaran (ev bu arada magma sıcaklığına yaklaşmış, batı cephe sağ olsun), yavru uyanıkken televizyon açılmayan evde haberleri açmak gibi enteresanlıklar yapan kocama uzun uzun saydırma hakkımı kullanmak istiyorum. Yahu haziran bitti daha hava bu hafta ısındı, şurada 2 ayımız var yok, sonra gerisi zaten sıkıcı Ankara ve gri kış. Her gün robot gibi aynı şeyleri yapacağız. Neden eve dönüyoruz nedeeeennnnn?!
Çocukken bile tam akşamüstü vakitlerini dışarıda, en azından balkonda geçirmek isterdim. Annem de tam o saatte sofra hazırlar ya da bana hazırlatır, önümüze yemek koyardı! Yemeği yarım bırakıp kalktığım çok olmuştur, günü elimden çalıyorlar gibi gelirdi…
Hele şimdi, günümün büyük kısmı işte geçer, yavru akşama kadar okulda mesai yaparken, aşağıdan çocuk sesleri gelir güzel bir mesirelik evimizin yakınında bizi çağırırken neden gitmeyelim ki? Yavrunun çok küçük olduğu zamanlarda hafta sonu iki gün, sabahın kör vaktinde (çünkü 5.30-6.da uyanırdı biz de 7.30-8.00’de orda olurduk) kahvaltılıklarımızı hazırlar ve aynı yere giderdik. Biraz nefes almak, kahvaltıyı dışarıda yapmak, yavruyla bir ağaç gölgesinde yuvarlanmak akıl sağlığımı korumama yardım eden birkaç şeyden biriydi. Çünkü yalnızdım, uykusuzdum, evde oturmaya hiç alışık değildim ve gün boyu mızıklanan, emmeyen, uyumayan bir bebekle uğraştığım o günlerde kocam gelsin de artık bir lokma yemek yiyeyim ya da lavaboya gideyim diye beklemek hiç güzel değildi. Şu an yazarken bile kalbim sıkıştı. Yine de yaz mevsiminin verdiği o ferahlık hissi beni bir parça kendime getiriyordu. Yavru erken yatıyordu; onun ilk uyanışına kadar biraz balkonda oturabiliyor, hafta sonları sabah ve ikindin kendimizi dışarı atıp rahatlayabiliyordu(m)k.
Yine başımın belası PMS mi beni yine buraya getirdi de acayip konulara daldım bilmiyorum ama cidden yaz mevsimine derinden bağlıyım. İmkânım olsa yazları yarım günden fazla çalışmaz ve yavruyu yarım günden fazla okula yollamaz, tüm sene yetecek enerjiyi hoplayarak zıplayarak, bulduğum her ağacın ve suyun yanında pinekleyerek, rengârenk meyveleri gün boyu yiyerek depolardım.
Dün çocuklara yönelik bir yaz ürününün reklamına denk geldim, "çocuğunuzla geçireceğiniz toplam 18 tanecik yazınız var, (ürünümğzğ kullanarak) iyi değerlendirin" gibi bir slogan vardı, vay çakallar demiştim :D Ama içime de oturmuştu yani sayı verince insan bi geriliyor, mesela benim biriyle 12 yazım kaldı 1/3'ü bitti falan :P Gerildim şimdi....
YanıtlaSilKoca ya da başkası tembellik yapmak istese bile sen çık bacım, al başını yürüyüşlere doyama, şurda kaç yazımız kaldı bak.. :P Valla ya, bırak dinleme kimseyi, bol bol çık dediklerini yap derim. Hayat kısa, yaz ondan da kısa..
Bak şu an ben de etkilendim, harika pazarlama stratejisi gerçekten... bizim oğlan daha 3 yaşında yeni yeni yanımıza gelip yatar oldu, önce gıcık olmuştum, şimdi hoşuma gidiyor. Boyu uzadı kocaman oldu, daha me kadar yanıma yatmak ister ki, keşke tombul ve göbekli olduğu zamanlar sarılıp yatsaydım diyorum...
SilAyrıca her akşam parktaki son çocuk eve gidene kadar takılıyoruz oğlanla, koca ister gelsiiiin ister gelmesin ;)