İnsanın etrafında gayreti bol kişiler olması çok büyük bir şans bence. Her şeyin üstesinden geldiği yetmezmiş gibi, yaptığı her işi keyifle yapan, o işi yaparken mutlu olunacak ve hatta hayran kalınacak detaylar bulan insanlar… “Her şeye yetişmek”le farkı bu zaten; hayatı iştahla yaşadığını belli eder bir hal tavır içerisinde olmaktan bahsediyorum ben gayretli insanı tanımlarken. Ev işinden, yemek hazırlamaktan, hasta olup koltukta uyuyakalmaktan, hepimiz gibi dalgınlıkla yaptığı yanlışlıklardan, spordan, bahçe işleriyle uğraşmaktan, bazı şeyleri bir türlü becerememekten hiç gocunmayan, aksine bunları da tadını çıkarılacak anlara dönüştüren insanlar… Ah ne güzel!
Her işe Süpermen gibi koşturan kadın –ve hadi ayıp olmasın erkeklerle- dolu etrafım. Annem, ben, yakın arkadaşlarım. Ama işte bak koşturmak kısmı var ya, işin tüm tadını kaçırıyor…
Hadi kendimden örnek vererek açıklayayım; evi düzenli tutmak, yavruyla tüm dikkat ve ilgimi toplayarak oynamaya çalışmak, sağlıklı yemekler bulmak ve hazırlamak için didinmek, iş yerinde her görevi layıkıyla yapıp teslim etmek, listeler hazırlayarak yapılacakları, ihtiyaçları, işleri kovalamak, doktora tezim için zaman yaratmaya uğraşmak, her boş bulduğum anda yeni bir konuyla ilgili bilimsel makaleler okumaya çalışmak… gibi bir sürü şey yapıyorum. Bunlar gayret midir? Evet belki, kısmen.
Hayatı gayret içinde yaşayan insanda birçok iş yapmanın dışında bir şeyler var. Babamın teyzesinin eşi vardı, rahmetlinin gür sesi, çember sakalı ve her olumsuzluğa “olsun yahu, olsun!” deyişi sık sık aklıma gelir. 70 yaşını geçmişken hiç ama hiç dinlenmeksizin çalışması, işi yoksa bile bir iş bulması, toprakla uğraşmaktan aldığı keyif, ayak üstü ve insanı sıkmadan anlattığı kıssadan hisse hikâyeler… Hep gördüğümüz “hoca” tayfasının dışında sergilediği o yaşama aşkı. Sürekli diğer dünyayı anarken bu kadar “burada” olması…
Bunun bir diğer örneği de dedem. Sürekli gülen yüzü, yolda yürürken şapkasını sık sık çıkararak gelen geçeni -tanısın tanımasın fark etmez-selamlaması, 7 yaşından beri çiftçilik yapan kendisi değilmişçesine bahçe işleriyle uğraşırken gördüğü bir böceğe hayretle sevinmesi, hızlı yağan yağmuru, açan güneşi, daldaki kayısıyı, neşeli bir insanı anlatırken heyecanla cümlenin başına “Aman yarabbi! Aman yarabbi!” ünlemini ekleyivermesi… Yaşlı genç herkesle oturup muhabbet etmesi, yaz kış ayırt etmeksizin sabah namazı dâhil bütün namazlar için camiye koşarken, günde en az 3 kere de haberleri izlemeyi ihmal etmemesi. Sofra kurulurken “dede gibi” köşede oturup hizmet beklemek yerine, “en azından ekmekleri götüreyim” deyip bir işin ucundan tutması, kimseden bir şey istemeden kendi işini halletmesi…
Bakınca ortak noktaları o gayretin içini maneviyatla da doldurabilmeleri değil mi… Aslında zor, çok zor hayatları olmuş. Ama hiç şikâyet yok, çalışma, tevekkül ve bir teslim olma var. Teslim oldum diye de bu dünyayı bırakma yok! Gayret var!
İster Yaratana, ister kozmik güce evrene, istersen başka bir şeye de… Hissedilen o bağ sayesinde her an hayret ve gayret içinde olmak. Ahh nasıl, nasıl, nasıl özeniyorum anlatamam!
Bazen bütün çabalarımız kuru gürültü gibi geliyor onları düşününce.
Hayatı daha dolu yaşamak ve hissetmek için bütün reçete arayışlarımız komik geliyor.
Neresi eksik diye sık sık düşünüyorum hissettiğim tatmin yaşadığım yorgunlukla örtüşmeyince… Galiba olaya biraz da buradan bakmak gerekiyor. En azından benim içimden böyle geliyor.