12 Haziran 2018 Salı

Küçük şehir notları-2


Küçük şehir notlarına yine bir bayram tatili vesilesiyle devam ediyorum, ilki burada ;)



Zaten kaç tanesi gerçekten büyük şehir diye tekrar sormak isterim
Dolmuş: Bugün anneanneme gitmemiz gerekti. Babam evde yok, yani araba yok, anneannemin evi çok uzak sayılmaz ama -doğduğundan beri bebek arabasına büyük nefret besleyen yavru sağolsun; attık bir kenara getirmedik bile- o yol yavru ile yürünmez... Annem dolmuşa binelim dedi. Hadi dedim, binelim! Böyle bir olay vardı evet. Yavruya anlattım, çok da heyecanlandı. Uzaktan dolmuşu görene kadar "annesi doomuş geldi mi, geliyor mu, eereye gitti?" sorularıyla, binince de "dooomuşa bindik, gidiyos, doomuş durdu, abla eereye gidiyooo, neden düt basıyooo?" laflarıyla beynimizi yedi ama resmen mutlu oldum. En çok da dolmuşla bir yere 5 dakikada vardığımız için...

Çocuğunuzu hop diye kucağına alanlar, pat diye şeker uzatanlar: Biliyorum bunu memleketimizin her yerinde görebiliriz,  ama yavru 2 yaşını geçti, Ankara' dayken eğer biz ebeveynleri olarak bir iletişim içinde değilsek başka bir yetişkinin bunu yaptığını görmedim hiç. Dolmuşta arkadaki teyze şeker vermiş benimkine, yüzü o tarafa dönük milleti izliyordu yavru. " Anne bu neeee?" dedi bana göstererek. Teyze tarafından taşlanmayı göze alarak "Boncuk" dedim. Daha önce hiç yemedi, bilmiyor diye... Arkadan söylendi o teyze muhtemelen, amaaann iyi ki kulaklarım az duyuyor :)

Herkesin evinde aynı bayram yemeği: Bayramda kime giderseniz gidin fix menü sizi karşılar; yoğurtlu çorba (yayla), etli yaprak sarması, etli kuru bamya (sulu yemek şeklinde), pirinç pilavı, yaz salatası,  cevizli oklavadan çekme (baklavaya on basar bir şerbetli tatlı). Annem "yaprak saramadım- yaprak saramadııımmmmm" diyerek kendini çöllere vuracak gibi çırpınınca hatırladım bunu da... Evet hiç de vejeteryan bir menü değil ama benim aklımı başımdan alıyor doğrusu. "Anne sakin, burnumuzdan çıkana kadar sarma yiycez yahuuu bayramda!" Küçükken hep aynı yemeklerden sıkılırdım, şimdi ne güzel bir gelenek diye düşünüyorum...

Zamanın bereketlenmesi: Gerçekten de durumu en iyi ifade edecek sözcük "bereketlenmek". Şöyle bir bakıyorum, tüm gün pinekledik dediğim günlerde bile Ankara'dakinden 5 kat fazla iş halletmişiz. Daha doğrusu günlük hayatı idame ettirmek için yapılan şeyler "iş" haline gelmemiş. Dün mesela; sabah kalktık bahçeye inip bir posta kum oynadık çiçek suladık yavruyla. Sonra kahvaltı, ev topladık. Onlar annemle parka gitti, ben saçlarımı "tıraş ettirmeye", sonra çarşıda buluştuk. Ben kuaförden çıkana kadar onlar bayram yemeği için malzeme almışlar, havuzlu parkı gezmişler. Sonra yavruya bir kaç parça kıyafet aldık (yazlık kıyafet stokları bahçede günde 75 kere ıslanmaya yetmedi), kumaşçıya gidip masa örtüsü diktirdik, fahri teyzeme uğrayıp kahve içtik, eve dönüp oğlanı uyuttuk, kitap okudum, sarıldım yattım, yemek yedim, yavru kalkınca bir posta daha bahçede kedi kovaladık/kum oynadık, bahçede kamelyada komşularla gevezelik ettik, kardeşim işten çıktı, onlara gidip bahçedeki dut ağacından patlayana kadar tıkındık ve yavru sevinçten delirdi, yemek yedik, kudurduk, oynadık, çay içtik sohbet ettik ve eve gece 10' da döndük. Aradaki ıvır zıvırları yazmadım. O kadar keyif aldım ki... Bu kalemlerden 2 tanesini yapmak için günü baştan planlamam gerekir Ankara'da... Burada mesafeler yakın, ilişkiler yakın, ihtiyacın olan her şey kolayca ulaşabileceğin kadar yakın... Tabii böyle olunca zaman yetti, arttı! Zavallı büyük şehir insanı da buna hayret etti...

İnsanlar ne der: Böyle bir sürü neşeli ayrıntı yazınca her şey laylaylom gibi görünüyor ama değil tabii. Çarşıdayken yavru arıza yapmaya başlayınca yanımıza sırt çantasını almadığımızı fark ettik. Etrafa bakındım, en yakın susturucu olarak bir simitçi gördüm! Hemen bir simit, bir şişe suyu yavruya yetiştirdim ama fark ettim ki ucundan koparıp ağzıma götürmeye çekiniyorum... Ramazan günü çarşının ortasında simit yemek! Ben çocukken bir tabuydu bu, demek ki üstünden atamıyorsun bazı şeyleri seneler sonra bile. Bir nefes aldım, kendime geldim, yedim gitti... Bazı şeylere nasıl koşullandığımızı uzun uzun düşündüm.










6 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Tadını cikariyorum :) seneye büyük ihtimalle anne ne sacmaliyosun falan diyecek hahahha :)

      Sil
  2. bir yazınız da daha kendimi buldum. bu gri Ankara da sıkışıp kalmış bir küçük şehir insanı olarak öyle iyi anlıyorum ki yazdıklarınızı. Memlekete her gittiğimde aynı duygularla doluyor içim. en sade haliyle "MUTLUYUM" . yaşamak o kadar kolay, o kadar kendiliğinden akan bir su gibi ki hayret ediyorum. orada hava başka , su başka, eş dost başka hatta trafik gibi şeyler bile bambaşka. ankaraya dönünce güneyde yaşanmaya zorlanmış bir penguen gibi yani doğal ortamından alınmış biri gibi hissediyorum. yazınızı okuyunca benim gibi hissettiğiniz düşüncesine kapıldım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne mutlu oldum ilk cumlenize! Ustelik hissettillerimi benden iyi anlatmisiiniz :) ergen zamanlarimda oradan ne kadar nefret ederdim, halbuki simdi terapi oluyor! Ankaralya özel gicigim da ayri konu...

      Sil